HAYLİ POLİTİK BİR DÜĞÜN

Düğünler bazen gerilimli olsa da dört başı mamur sevinç günleridir. İki genç aklını çatı, kalbini dört duvar kılıp mutlu bir yuva kuracaktır. Aile büyükleri çocuklarının mürüvvetini görüp sevinecek, torunlu rüyalara yelken açacaklardır.
Bazen bir düğün sadece bir düğün olmuyormuş. Bunu 1966 Temmuzunun 20. günü akşamı, oğlumun düğününde öğrendim.
Ben demokrat bir babanın oğluyum. Politikayla aktif olarak ilgilenmesem de demirkırat geleneğe mensubum. Babam Dursun Ömer Akpınar TBMM 11. Dönem Demokrat Parti Trabzon milletvekili.
27 Mayıs İhtilali’nde Yassıada’da idamla yargılandı ve beraat etti. Şimdi Adalet Partisi’nde siyaset yapıyor. Tabiatıyla bizim aile hatta sülale Adalet Partili. Binaenaleyh liderimiz Süleyman Demirel.
Dünürümün babası, yani gelin kızımızın dedesi İlhan Faik Demir de aynı dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nden Ankara milletvekiliymiş; hâlen CHP MYK üyesi ve İsmet Paşa’nın has adamı.
Benim Adalet Partisi gençlik kolları üyesi saf mı saf oğlum Murat Akpınar, CHP’li bir ailenin kızına gönül düşürmüş. Ne diyelim? Aşk karşısında boynumuz kıldan ince. Bize düşen, çocuklarımızın mutluluğu için aramızdaki kan davasını bir kenara bırakmak.
Düğünden önce gelin kızımızın babasına düşüncemi ilettim.
“Bu millî bir mesele bizim için.” dedim. “Düğünümüzü parti çekişmelerinden uzak tutalım.”
Dünürüm sağ olsun; “Ben de aynı fikirdeyim.” dedi. “Mühim olan çocuklarımızın saadeti.”
Tamam mı tamam!
Gelgelelim düğün yaklaşınca kız tarafı tutturdu:
“Efendim, bizim bütün çevremiz, yakınlarımız Ankara’da. Trabzon’a gelemezler.”
“İyi de,” dedik, “bizim de bütün akrabamız Trabzon’da. Onlar da Ankara’ya gelemezler. Nasıl olacak ha bu iş?”
“Nasıl olacak ne demek? Düğünü başkentimizde yapacaksınız.”
Bizim hanım,
“Ama öyle olmaz ki...” diyecek oldu, birden celallendiler:
“Yoksa siz 61 Anayasası’nın üçüncü maddesine karşı mısınız?”
“Estağfurullah,” dedik. “Ne haddimize! Anayasa’mızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinden biri o. Ankara Ankara güzel Ankara / Seni görmek ister her bahtı kara...”
Uzatmayayım; dayatmaya direnemedik ve düğünü başkentte yapmayı kabul ettik. 1946’da Rahşan Hanım’la Bülent Bey’in düğününün yapıldığı Çankaya’daki Solfasol Düğün Salonu’nu tuttuk. Anlayacağınız, kendi düğünümüzde deplasmandayız.
Düğün başladı.
Düğünlerde vur patlasın çal oynasın, herkes gönlünce eğlenir. Kasap havası, çiftetelli, harmandalı, bar, zeybek, horon, erik dalı gevrektir falan filan...
Başlangıçta her şey iyi gidiyordu. Sonra yavaş yavaş oyun havaları değişti. Orkestra mesaj ağırlıklı parçalar çalmaya başladı.
“Neler oluyor?” demeye kalmadan Plevne Marşı’ndan tornistan edilmiş “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı?” sözleri doldurdu düğün salonunu.
O sırada gelinin dayısı Savaş, nereden bulmuşsa bulmuş, İsmet Paşa’nın kocaman bir portresini salonun en görünen yerine asıvermiş.
Bizim bacanak Hasan durur mu? Daha büyük boy bir Demirel portresi getirip salona astırdı.
“Durun, ne yapıyorsunuz?” derken orkestra, İzmir Marşı’nı çalmasın mı?
İzmir’in dağlarında çiçekler açar
İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa.

Tam orta yolu bulduk derken bizim kayınbirader Niyazi tek başına bir mehter takımı oluşturdu ve gür sesle mehter marşı söylemeye durdu.
Ceddin deden neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların pek çok zaman
Vermiştiler dünyaya şan
Türk milleti Türk milleti
Aşk ile sev hürriyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti

(Kayınbirader düğünden sonra açıkladı nedenini: “Enişte,” dedi. “İzmir Marşı’na karşı olduğumdan, ‘düşman’ sözüyle bizi kastettiklerini düşündüğümden değil; siz marş çaldırırsınız da biz çaldıramaz mıyız, siz düşmandan söz edersiniz de biz edemez miyiz, demek istedim. Yoksa İzmir Marşı hepimizin marşı.)
Biz iki baba, ne kadar yatıştırmaya çalışsak da nafile! Kimseye laf anlatamıyoruz. Davetliler hız kesmiyor.
Derken kız tarafı daha sert bir hamle yaptı.
Uyan artık, uykundan uyan,
Uyan, esirler dünyası!
Zulme karşı hıncımız volkan,
Bu ölüm dirim kavgası.
Mazi ta kökünden silinsin,
Biz başka âlem isteriz.
Bizi hiçe sayanlar bilsin,
Bundan sonra her şey biziz.
Bu kavga en sonuncu
Kavgamızdır artık.
Enternasyonal’le
Kurtulur insanlık.

Yahu, bu düpedüz Enternasyonal Marşı. Bu kadarı da fazla artık.
Bizimkiler önce bocaladılar, sonra yeğenim Celal (nereden aklına geldiyse) Kâbe’nin Yolları ilahisine başladı.
Kâbe’nin yolları bölük bölüktür,
Benim yüreciğim delik deliktir,
Dünya dedikleri bir gölgeliktir.
Canım Kâbe’m varsam sana,
Yüzüm gözüm sürsem sana.

Atışma bitti bitecek diye beklerken gelin hanımın teyze kızı Deniz mikrofonu kaptı.
“Düğünümüze gelen çok kıymetli bir tebrik telgrafını okumak istiyorum.” dedi.
Ardından altı oklu bayrağı sallayarak “İnönü Muharebelerinin muzaffer kumandanı, Eski Başvekil, Eski Cumhurreisi, Cumhuriyet Halk Partisi Umum Reisi, Millî Şef İsmet Paşa”nın genç çifte aydınlık bir gelecek dileklerini içeren telgrafını okudu.
Ardından kızım Zehra koşup mikrofonu aldı. O da kıratlı bayrağı sallayarak Adalet Partisi Genel Başkanı, İslamköylü Başbakan Süleyman Demirel’in bir yastıkta kocasınlar temalı kutlama telgrafını seslendirdi.
Bizim düğün bir anda devlet ricalinin (aslında iki partinin) çatışma ve kapışma alanına döndü. Bereket versin ki kavga çıkmadı, kan dökülmedi.
Düğünün sahibi görünüşte bizdik ama düğünle ilgili bütün aktiviteler kız tarafının elindeydi.
Bir ara babam, Trabzon’un efsane milletvekili Dursun Ömer Akpınar,
“Hadi, uşağum,” dedi, “çaldur bi kemence da ha boyle uç kuşak horon tepelum.”
“Hayhay, babacığım,” dedim. “Sen de oynayacaksın ama...”
“Tabii ki oynayacağum köftehor,” diye gürledi babam. “Torunumun düğününde opera seyreder gibi oturacak değilum.”
Yalnız bir sorunumuz vardı. Yanımızda kemençeci getirmemiştik. Hemen bir pikap bulduk. Bizim kemençeci İdris’in plağını yerleştirdik pikaba. Kemençe sıksarayı çalıyor, biz tam horona duracağız, bir de baktık ki horonda da onlar var.
Yahu etmeyin, tutmayın, biz Ankara, seymen, mendil zeybeklerinde, ağır halayda, fidaydada, miskette, yanlamada, yeldirmede, yellemede yerimizden doğrulduk mu? Hayır! Bari horonu bize bıraksaydınız.
Yok, arkadaş! Meğer şöyle demek istiyormuş kız tarafı:
“Siz iktidar olsanız da muktedir olamazsınız. Muktedir olan daima biziz. Bu düğün de onun imzalı mühürlü belgesi olsun.”
Eyvallah! “Kız evi naz evi” demişler. Sineye çekeceğiz artık.
Hele kızı alalım da... Sonra bakarız.
Hay benim kalın kafam!
Kız almamışız ki biz, oğlan vermişiz.


Yorumlar - Yorum Yaz