YASSAK HEMŞERİM-ESKİLER BAĞA-DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY-BAKKAL/BAK-KAÇ

Yassak Hemşerim (Tatlı Dil)

“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” demişler. Ben de o ecdadın torunu olarak, tatlı dil yılanı deliğine sokmalı, diyorum.
Kısa dönem askerlik hayatımda kışlada bir yerden geçmek istedim. Nöbet tutan Doğulu bir askerle karşılaştım. Bu askerler, bir emir aldılar mı komutanlarının emri dışına çıkmazlar. Görev yerinden geçmek isterken:
“Yassak hemşerim, buradan geçemezsin!” dedi.
Ben geçemeyeceğimi biliyorum ama şunu bir deneyeyim dedim. Kararlı bir şekilde:
“Ben geçerim hemşerim.”
“Geçemezsin dedim ya! Yassak!”
“Ben geçerim kardeşim.”
“Yassak dedim ya?
Uzayan tartışmadan sonra, silahın dipçiğini bana çevirdi. Son bir defa ikaz etti:
“Nasıl geçersin geç bakalım?”
“Vazgeçerim hemşerim.”
Şaşkın bir vaziyette:
“Yani sen bunu mu demek istedin?”
Saf rolü yaparak:
“Evet hemşerim! Yasaksa geçmem, vazgeçerim demek istedim.”
“Hemşerim az daha seni dipçikleyecektim, yanlış anlamışım!”
Etrafına bakındı:
“Kimse görmeden geç o zaman.” dedi.
Ben karşı tarafa geçtim. Asker arkamdan:
“Kusura bakma hemşerim!”
“Gördün mü? Geçerim dedim geçtim.”

Eskiler Bağa

Bağ evimizi üç dört yılda, borç harç bitirdik. Meğer inşaat yaptırmak, askerlik gibi hayat tecrübesi kazandırıyormuş.
Evde çoluk çocuk, televizyon seyrediyoruz. Benim aklım fikrim bir türlü ödeyemediğim borçlarımda. ‘Eski eşyaları mı bağ evine koysam, yoksa oraya yeni eşyalar mı alsam?’ diye düşünüyorum. Bir ara hanıma baktım, kaygısızca televizyon izliyor zannettim. Meğer o da benim gibi düşünüyormuş. Hanım bana seslendi:
“Salmannn!”
“Efendimm!”
“Televizyonu görüyor musun? İyice eskimiş.”
“Ne yapalım hanım?”
“Bunu bağa götürelim, Maraş’a yenisini alalım, ne dersin?”
“Sen, hele bir çay suyu koy bakalım.”
Bu arada, ben unutturmaya çalışıyorum, derken o hâlâ mutfaktan sesleniyordu:
“Salmannn! Bu ocak da çeyizimizin ocağıydı. İyice eskimiş, bunu bağ evine götürelim, buraya yeni çıkan ocaklardan alalım mı?”
Ben hemen su istedim. O devam ediyordu:
“Salmannn! Buzdolabı da eskimiş, bunu bağ evine koyalım, buraya yenisini alalım mı?”
Artık sinirlenmeye başladım:
“Ben senden bir şey istemiyorum.” dedim.
İçeri geldi. Oturur oturmaz:
“Salman, bu kanepeler de eskimiş, bunları bağa koyalım! Buraya yenisin...”
Sözünü keserek:
“Allah’ını seversen ağzını açma, her konuşmandan sonra beni bir yığın borca sokuyorsun!
Biraz sert söyleyince küstü, sırtını döndü; bir müddet hiç konuşmadı. O sustuğu süre zarfında hiç masrafımız olmadı... Oh be! Çok şükür, derken ağlamaklı ve kısık bir sesle:
“Salman! Belim ağrii, başım da ağrii, dizlerim de sızlii, demesin mi?”
“Tamam hanım yarın Devlet Hastanesi’ne gider hepsine baktırırız.”
Çok sinirli ve gür bir sesle:
“Bana bak! Beni hastahane kuyruklarında süründüreceksen evimde ölürüm daha iyi!”
“Eee ne yapalım hanım?”
“Beni özel doktora götür.”
“Sonucuna katlanabilecek misin?”
“Ne var ki? Verdiği ilaçları kullanırım.”
“Bütün hastalıklarını sayabilecek misin?”
“Söylerim tabii...”
“Doktor, bağ evi yaptırdığımızı bilmiyor mu?”
“Bilsin ne var!”
“Doktor, muayeneden sonra, ‘Salman Beyi bu hanım iyice eskimiş, sen bunu bağa koy. Maraş’a yenisini al.’ derse ne diyeceksin?”
Hanım, hemen çocuklara seslendi:
Kızım kapıyı, pencereyi kapa! Cereyan yaptı herhalde şimdi ağrılarım geçer.”
“Hanım, bence doktora gidelim, senin başın da çok ağrıyor.”
“Aman doktorluk bir şeyim yok. Belimin ağrısı, dizimin sızısı geçti. Başıma da iki Gulhü okursan geçer, gider.” dedi.

Değişmeyen Tek Şey

Güzel soru, ne kadar faydalı ise; lüzumsuz soru da bir o kadar zararlıdır. Toplumda lüzumsuz soru soran insanlar, Allah’tan ki lüzumlu soru soranlardan azdır. Bu azlardan bir tanesi bana rastlamasın mı? Siz olsanız ne yapardınız, demeden başıma geleni anlatacağım.
Yirmi sekiz yıl sonra, yeni bir eve taşındık. Sağolsunlar, eş dost hayırlı olsun, dediler sohbetin devabında da:
“Her hâlde eşyaları da yenilersin?”
“İnşallah kardeşim, çok eskidiler.”
“Allah para versin de değiştir; yeni eve de yeni eşya yakışır.”
“Allah razı olsun birader, gücümüz ve şartlar ölçüsünde değiştiririz tabii.”
Bu sohbet, güzel temenniler ve karşılıklı dualarla bitti.
Çok da samimi olmadığım bir arkadaşıma rastladım. Keşke rastlamasaydım, keşke taşındığımızı duymasaydı! Neden mi? Anlarsınız şimdi neden şikâyet ettiğimi:
“Ooo Salmancığım! Yeni bir eve taşınmışsınız, neden bizim haberimiz yok?”
“Haberin olmuş ya!”
“Aşk olsun be, başkasından mı duymalıydım!”
“Özür dilerim, bundan sonra taşınırsam ilk olarak sana söyleyeceğim.”
“Dostluk da bunu gerektirir zaten!”
“Tabii tabii, ilk sana söylerim diğerleri nerden duyarsa duysunlar. İsterlerse gazeteden öğrensinler, mühim olan senin duyman.”
“Neyse bırak onu, evin eşyalarını değiştirecekseniz değil mi?”
“Eh, mümkün mertebe değiştiririz tabii.” diye geçiştirmeye çalıştımsa da münasebetsiz ve meraklı arkadaşım makinalı tüfek gibi sorularını peş peşe sormaya başladı:
“Oturma odasını değiştirmişsinizdir tabii.”
“Tabii tabii!”
“Hah işte! Tabii canım, değişmez olur mu? Misafir odasını da yenge mutlaka değiştirelim, demiştir.”
“Tabii tabii!”
“Yeni evde de eski misafir odası olmaz ki canım!”
“Tabii tabii!”
“Perdeleri de değiştirmişsinizdir?”
“Eh, bakacağız!”
“Bakacağız, ne demek? Yenge, seni eve koymaz valla!”
“Tabii tabii!”
“Buzdolabı da değişmiştir tabii!”
“Tabii tabii!”
“Güzel, hayırlı olsun. Çamaşır makinesini sormaya lüzum yok.”
“Niye canım, onu da sor.”
“Sor deyince aklıma düştü, bulaşık makinası da değişti tabii; eskisi eskimiştir.”
“Tabii tabii!”
“Sor dedin diye soruyorum, yoksa senin yeni evindeki eski eşyalardan bana ne!”
“Estağfurullah ne münasebet, siz öğrenmeden olur mu?”
“Hadi madem ısrar ediyorsun, televizyonu da elektrikli süpürgeyi de mikrodalgayı da değiştirdin mi?”
Ben artık dayanamadım, sözünü keserek:
“Daha fazla yorulma kardeşim, ben sana...”
Bu defa o sözümü kesti:
“Yahu fırını, davlumbazı, elektrik süpürgesini değiştirip değiştirmediğinizi sormayı unutuyordum.”
Boğazına sarılmamak için kendimi zor tuttum. Bir daha soru sormasın diye:
“Arkadaş, avrat hariç evde her şey değişti! Tamam mı?”

Bakkal-Bak Kaç

1977’de Abdurrahim Karakoç’la Ankara’nın Cebeci semtinde geziyoruz. Bir manavın önünde sebze ve meyveler tablo gibi rengârenk, üstlerinde de fiyatları yazılıydı.
Ben öğrenci olduğum için mi bana pahalı geldi, yoksa fiyatlar gerçekten mi çok pahalıydı bilmem. İster istemez:
“Abdurrahim Abi, görüyor musunuz? İnsanların alamayacaklarını bildikleri için tabelaya BAK-KAL yazmışlar.” dedim.
Abdurrahim Karakoç şöyle bir baktı ve dedi ki:
“Bence, BAK-KAÇ yazmaları lazımdı.”


Yorumlar - Yorum Yaz