İftar yakın. Yakın da, bakalım, mutfakta ne var? Pastırma tamam mı? Tamam. Dünden alındı zaten. Kıyma, kuşbaşı, bonfile, biftek… Hepsi var. Ramazanda etsiz yemek olmaz. Hanımefendi çoktan işe koyulmuş. Ziyafet sofrası hazırlamakla meşgul. Adam, üzerinde sekiz çeşit yemek görmeyince sofraya oturmuyor. Ne yapsın kadıncağız?
İftar öncesi son teftiş! Yemekler tamam! Peki, tatlı olarak ne var? Güllaç var, sütlünuriye var, frambuazlı trileçe var, bademli keşkül var. Aman Allah’ım! Kadayıf yok! Tepsi kadayıfı, ekmek kadayıfı, ille de vişneli ekmek kadayıfı. Kadayıfsız iftar olur mu? Allah muhafaza, kadayıfsız açılan oruç kabul olur mu? Öyleyse hemen çıkıp bir tatlıcıya varmalı. Ekmek kadayıfı almalı. Ekmek kadayıfı mı dedim? Hayır! Vişneli ekmek kadayıfı. Hani Afyonkarahisar yöresine ait muhteşem bir lezzet var ya! İşte o.
İsterseniz malzemelerini sayabilirim:
3 adet yumurta
Yarım su bardağı toz şeker
1 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilin
Bunlar ekmek kadayıfı için lazım. (Tabii hazır ekmek kadayıfı kullanmayacaksanız.)
3 su bardağı dondurulmuş ya da konserve vişne (Aşağı yukarı 400 gr)
1 su bardağı toz şeker
Yarım su bardağı su
Yarım limonun suyu
Bunlar da kadayıfın üzerine dökülecek şerbet için.
Şimdi siz, “Hacı, malzemeyi verdin madem, tarifini de ver tam olsun bari.” diyeceksiniz, eminim. Peki. Bir kamu hizmeti yapalım öyleyse. (Şeflik kolay mı bilmiyorum ama yazarlık zor iş!)
Önce kadayıfı hazırlayalım: Toz şekerle yumurtayı mikserle yaklaşık beş dakika çırpalım. Şöyle köpük kıvamında bembeyaz bir hâle gelsin. Geldi mi? Geldi. Şimdi un, kabarma tozu ve vanilini eleyerek karışıma ekleyelim. Düşük devirde birkaç dakika çırpmaya devam edelim. Ettik mi? Ettik. Şimdi bu harcı yağladığımız kelepçeli fırın kabına dökelim. Döktük mü? Döktük. Önceden ısıttığımız 170 derece fırında alt üst ayarda 20 dakika pişirelim. Pişirdik mi? Pişirdik. O bir kenarda dursun şimdilik. Biz dönelim şerbeti hazırlamaya. Bir tencereye toz şekeriyle vişneleri koyalım. Vişnelerin suyunu salması için kısık ateşte ara ara karıştırarak 15 dakika pişirelim. Pişirdik mi? Pişirdik. Aman, unutmayalım, şerbeti ocaktan almadan önce limon suyunu mutlaka ilave edelim ve bir kenarda soğumaya bırakalım. Bıraktık mı? Bıraktık. Fırından çıkardığımız ekmek kadayıfına bir çubuk ya da çatal yardımıyla delikler açalım. Üzerine soğumuş vişneli şerbeti dökelim. Oda sıcaklığında varsın soğusun. Bitmedi. Ekmek kadayıfımız yoruldu tabii. İki saat de buzdolabında dinlenmesi lazım. Dinlendirelim. İki saat doldu mu? Doldu. Şimdi kadayıfımızı kelepçeli fırın kabından çıkarıp servis edelim. Hadi şimdi sizin ellerinizi, benim ayaklarımı bağlayalım. Afiyet olsun. (İsteyen vişneli ekmek kadayıfının üzerine kaymak da ekleyebilir. “Biz Afyonkarahisar’da değiliz, kaymağı nereden bulalım?” diyenler, kaymaksız da olur, boğazınızdan geçer, merak etmeyin. Hatta kadayıfın üzerine toz Antep fıstığı serpenler de olabilir. O da isteği bağlı.)
Şaka maka, bir yazara şef Mehmet Yalçınkaya rolü oynattınız ya! Helal olsun size!
Neyse. Ben yine kenar bezi dokuyorum. Asıl konuya bir türlü giremedim. Hadi bir zengin kalkışı yapalım ve birden bire konuya giriverelim.
Müştak, orta hâlli bir ailenin ibate ve iaşesinden sorumluydu. Çok mu anlaşılmaz oldu. Ev geçindirme memuru diyelim, isterseniz. Bu daha mantıklı. Orta hâlli dedik, orta hâlli bir iftar sofrası daha uygun olmaz mı? Hayır, tabii ki. Ramazan bu! Gözünü doyurmazsan hain nefis oruç tutmakta nazlanıyor. “Bana ne, bana ne, iftarda da sahurda da mükellef sofralar istiyorum.” diyor.
Müştak, her yıl ramazan kredisi çekiyor, bir ay boyu harcayıp bitiriyor, sonra da yıl boyunca kredi borcu ödüyordu.
Diğer on bir mübarek ayda hiç aklına gelmezdi de, en mübarek ayın olmazsa olmazları arasında ilk sırada pastırma, ikinci sırada vişneli ekmek kadayıfı gelirdi. İlle orucu açtıktan sonra üzerine şöyle nefis bir vişneli ekmek kadayıfı yemezse orucunun kabul edilmeyeceği korkusunu yaşardı.
Bugün yine o telaşla evden çıktı. Evine en yakın tatlıcıda aldı soluğu.
“Vişneli ekmek kadayıfı var mı?”
“Kalmadı, efendim.”
Kalmamış mı? Herkesin vişneli ekmek kadayıfı yiyesi mi gelmiş?
Bir başka tatlıcıya koştu.
Yoktu.
Üçüncü ve dördüncü tatlıcılarda da kalmamıştı.
Müştak, kadayıf krizine girmek üzereydi.
Nasıl olur arkadaş? Koca şehirde, vişneli ekmek kadayıfı bulamayacak mıydı? Kadayıfsız iftarı düşünemiyordu. Allah korusun, o orucu tekrar tutması mı gerekecekti yoksa?
Beşinci ve altıncı tatlıcılardan da kocaman bir hayal kırıklığıyla ayrıldı.
Şehirde hepi topu yedi tatlıcı vardı zaten. Umudu yedinci tatlıcıdaydı. Orada da yoksa aha şu kaldırıma oturup hüngür hüngür ağlayabilirdi. Tarihe vişneli ekmek kadayıfı için gözyaşı döken adam olarak geçerdi. Aslında malzemeleri alıp evde hanımefendiye de yaptırabilirdi ama vakit daralmıştı. İftara yarım saat kalmıştı. Vişneli ekmek kadayıfı için en az üç saate ihtiyaç vardı.
Kalbinin gümbürtüsünü saklamaya çalışarak yedinci tatlıcıya girdi ve zihninde sıraladığı bütün kelimeleri bir çırpıda boşluğa savurdu:
“Allah rızası için, vişneli ekmek kadayıfı. Ne olur, gelmedi, kalmadı, bitti, yok, demeyin!”
Delikanlı gülümsedi.
“Yok.” dedi.
Müştak birden celallendi.
“Nasıl yok? Nasıl olmaz, arkadaş? Koca şehirde vişneli ekmek kadayıfı nasıl bulunmaz?”
Delikanlı,
“Yanlış anladınız,” dedi. “Yok, derken, yok demeyeceğim demek istedim. Ekmek kadayıfımız yolda, birazdan burada olur.”
Müştak derin bir nefes aldı.
“Hay Allah razı olsun, kardeş,” dedi. “Allah ne muradın varsa versin.”
Delikanlı, gönlüne ipotek koymuş o kara kuru kızı geçirdi gözlerinin önünden ve gönülden kopan bir sesle,
“Âmin, amca, âmin” dedi ve ekledi:
“Biraz bekleteceğim, sizi.”
“Beklerim,” dedi Müştak. “Gerekirse sahura kadar beklerim. Orucumun oruç olması buna bağlı.”
Kasada para ödeyen orta yaşlı adam, zor duyulur bir sesle,
“Ey şikemperver nefsim!” diye mırıldandı. “Ramazanda bile nasıl semirtiyorum seni!”
Kimse ne demek istediğini anlamadı.
Ben hâriç.