ŞAİRİN GÜNAHI -ÖDEMEMEK AYIP-KAHVE KEYFİ-ZİYARETÇİ-SAF, AÇIKGÖZ

Şairin Günahı:
Dolunay Şiir Şöleni’nin şiir ziyafetinden başka en önemli özelliği, bir edebiyat ekolü oluşturmasıydı. Dolunay Dergisi, ülkemizin en uzun soluklu dergilerinden biri olarak edebiyat tarihine tarihe geçmiştir. Bu açıdan, bakıldığı zaman gerek akademisyen, gerekse araştırmacılarımız Dolunay ekolünü incelemelidir. Dolunay Şiir Şöleni’nin ikinci programında, usta şairlerin şiirlerinden de okunması isteniyordu.
Ben de o zaman Arif Nihat Asya’nın “Naat” şiirini okumak istedim. Uzaktan yakından gelen şairler şiirlerini okuyorlardı.
Şiirden uzak kalmanın acısını o an yüreğimde hissettim. Şairlik günlerimi hatırladım. Yitiğini bulmuş çocuklar gibi sevindim. Sıra bana gelip “Naat”ı bir “ney” eşliğinde okurken, salondakiler huşu içinde dinlemişlerdi. Bu şiirin manevi neşesi salonu kuşatmıştı. Şiir okuduktan sonra, kısa bir açıklama yapma ihtiyacı duydum:
“Allah, beni şiir yazmadığım için, sizleri de şiir yazdığınız için affetsin.” dedim.
Bahaettin Karakoç durur mu? Oturduğu yerden:
“Salman ne diyorsun? Şiir yazmak günah mı?”
“Ağabey, ben şiir yazmadığım için kendimi suçlu hissettim. Allah’tan beni affetmesini istedim. Siz, şiir yazdığınız için mükâfat olarak Allah sizleri affetsin, diye dua ettim.”

Şeks Bir Ben İki
Kahramanmaraş Valisi Şükrü Kocatepe’yi, tiyatroma davet etmiştim; önemli bir işinden dolayı gelemedi. Bir hafta sonra Devlet Tiyatrolarında karşılaştık:
“Sayın Vali’m! Benim tiyatroma gelmediniz, Devlet Tiyatrolarına geliyorsunuz ama!” diye tatlı bir sitem ettim.
“Gelmeyi çok istedim, ama mazeretimi sen de biliyorsun.”
“Biliyorum Sayın Vali’m, ben öylesine söyledim. Devlet Tiyatrosuna gelin ama bizi de ihmal etmeyin. Tiyatroda Şeks Bir ben iki” dedim.
Gülerek:
“Ya Molier, ona ne diyeceksin?”
“Moli, yer de ben yemez miyim Sayın Vali’m?” dedim, göbeğimi gösterdim.
Ödememek Ayıp
Rahmetli Avukat Metin Şirikçi, mizahı çok severdi. Kendi de daima gülen ve güldüren biriydi. Bir Cumartesi günü, yazıhanesine gittiğimde oyunumun davetiyesini verdim. Bürodan çıkmak üzereymiş, davetiyeyi masanın üzerine bıraktı:
“Salmancığım, bunların hediyesini pazartesi versem ayıp olur mu?”
“Parayı verirsen neden ayıp olsun, vermezsen ayıp olur.” dedim.
Uzunca bir kahkahadan sonra:
“Çok doğru be! Vermezsem ayıp olur tabii...”

Kahve Keyfi
Bir akşam, evde yemekten sonra canım kahve istedi:
“Hanım kahve yapar mısın?” dedim.
Hanım, büyük kızıma döndü:
“Kızım baban kahve istiyor, hadi bir kahve yap da içelim.”
Büyük kızım da ortanca kızıma söyledi. Ortanca kızım da küçük kızıma:
“Dün ben yapmıştım, bugün de sen yap bakalım! Demesin mi?” O da:
“Bu evin tek kızı ben miyim? Siz yapın.” dedi.
“Neyse kalsın! Kahve keyfim kaçtı, içmeyeceğim.” dedim.
Kızdığımı fark ettiler, biraz sonra kızlardan biri, kahve tepsisiyle geldi:
“Buyur babacığım kahveniz.” dedi.
Kahveyi almadan önce, cüzdanımdan on lira çıkarıp kahve tepsisine bıraktım. Hanım parayı görünce başladı:
“Ben yapacaktım.”
Hemen kızın kalkıverdi. Bir diğeri:
“Hâlbuki dün o yapmıştı, bugün benim yapmam lazımdı.”
Diğer kızım:
“Tabii paranın kokusunu aldı ya nasıl da koştu.”
O günden sonra, ağzımdan kahvenin “ka”sı çıkar çıkmaz; hepsi birden mutfağa koşmaya başladı.

Ziyaretçinin Kısası Makbul
Kahramanmaraş Valisi İlhan Atış’a, programımın davetiyesini vermek için Valiliğe gitmiştim. Özel kalemde birkaç il müdürü ve iş adamı görüşmek için sıra bekliyorlardı.
Sekreter hanım:
“Randevunuz var mı?” dedi.
“Hayır! Davetiye verecektim.” dedim.
“Randevunuz yoksa görüşemezsiniz.” dedi.
“Hanımefendi, siz bir haber verir misiniz?”
“Beyefendi, siz davetiyeyi bırakın ben veririm.”
“Olmaz, bizzat vermek istiyorum.”
“Bakın beyefendi, bunca insan beklerken sizi, üstelik de randevusuz görüştüremem.” dedi.
“Hanımefendi, işin hassasiyetini biliyorum, siz haber verin. ‘Beklesin’ derse beklerim.”
“Vali Bey’e bir sorayım o zaman.” dedi ve içeri girdi.
Orda bulunan il müdürleri ve iş adamları; ”Bizler uzun bir süredir bekliyoruz, sen gelir gelmez nasıl görüşeceksin?” der gibi bana bakıyorlardı ki sekreter içeriden çıktı:
“Salman Bey! Vali Bey sizi bekliyor, buyurun.” dedi.
Oradakiler şoke oldu. Daha Doğrusu hemen kabul göreceğimi ben de beklemiyordum. İçeri girdim. Sayın Vali’miz, tebessümle:
“Hoş geldiniz!” dedi.
“Hoş bulduk sayın Vali’m.” dedim.
Davetiyeyi uzatıyordum ki:
“Ayakta beklemeyin buyurun oturun.” dedi.
“Sayın Vali’m, vaktinizi almak istemiyorum, davetiyenizi verip çıkacağım, bekleyenler var.” dedim.
“Beklesinler.” dedi ve düğmeye basarak görevliyi çağırdı:
“İki çay” dedi.
Ben iyice suçlandım, dışarıdakilere ne diyecektim?
Ziyareti benim uzattığımı sanacaklar, diye hayıflandım. Vali Bey, davetiyeyi aldı ve inceledikten sonra:
“Tebrik ediyorum, tiyatrona mutlaka geleceğim.” dedi.
“Şeref verirsiniz efendim.” dedim.
Biraz sanattan konuştuktan sonra, çayı nasıl içtiğimi bilmiyordum. Dışarıda bekleyenler, beni parçalayacakmış gibi bir his vardı içimde. Kapıya doğru yürümeye başladım, tam çıkacaktım ki tekrar:
“Mutlaka geleceğim.” dedi.
“Teşekkür ederim Sayın Vali’m.” dedim.
Kendimi dışarı attım. Demin ki meraklı yüzlerin hepsi, asık suratla ve sert gözlerle bana bakıyordu.
Ne kadar özür dilesem, onları ikna edemeyeceğimi biliyordum. Onlara duvardaki bir yazıyı göstererek söze başladım.
“Bakın beyler, duvarda ‘Ziyaretin kısası makbul’ yazıyor. Ziyaretçinin de kısası makbul demek ki Vali Bey beni kabul buyurdular. Görüldüğü gibi, burada boyu en kısa olanınız benim. Vali Bey’imizin de malum; ‘Boyu boyuma, huyu huyuma’ dememi beklemeden o asık suratların hepsi güldü ve ben de oradan sıvışıverdim.

Saf-Açıkgöz
Her zaman, uyanık geçinmek para etmez. Bazen de saf olmak gerekir. Şeytanca davranışlar, çabuk göze batar da saf bir davranışınıza açılmayacak kapı yoktur.
Alışveriş için bir markete girmiştim. Marketin her yerinde afişler asılıydı; “Yirmi beş liralık alışveriş yapana bir araba çekiliş kuponu veriyoruz.” Birkaç şey aldım, on yedi lira tuttu.
Kasiyer:
“Beyefendi, sekiz liralık bir şeyler daha alsaydınız bir kupon kazanır, araba çekilişine katılırdınız.” dedi. Hemen aklıma bir saf rolü yapmak geldi, kartı uzatarak:
“Kızım, sen yirmi beş lira çek.” dedim.
“Ama on yedi lira tuttu.”
“Olsun.”
Kısık bir sesle sordu:
“Kart sizin değil mi?”
“Benim, bir kupon hak etmek istiyorum.”
“Ama sekiz lira fazla ödemiş olacaksınız.”
“Vereceğiniz kupona, bir araba çıkarsa sekiz liranın lafı olur mu? Siz yirmi beş çekin lutfen.” dedim.
Benim saflığıma iyice inandı:
“Sizin amacınız kupon kazanmaksa, ben size bir kupon vereyim, boşa sekiz lira fazla ödemeyin.” dedi.
Kuponu aldım, oradan ayrılırken kasiyere son olarak:
“Saf olmak da açık göz olmaktan daha mı iyi ne, dedim?”
Yüzüme bir bakış baktı ki benim saf rolümden daha daha saftı.


Yorumlar - Yorum Yaz