Cevabı çok merak edilen sorulardan biridir:
“İnsan sevdiğinden yüzde yüz emindir de, sevildiğinden ne kadar emin olabilir?”
Diyelim ki “Şu kadar emin olabilir.” dediniz. Sorunun devamı geliyor:
“Peki, ama nasıl?”
Bunun göstergeleri vardır elbette. “Bir şey yapmalı” diyordu ya Moğollar, Cahit Berkay bestesinde. İnsan da sevdiği için bir şey yapmalı. Yoksa olay “Kuru kuru kurbanların olayım.” çizgisinde kalır.
Sevdiğiniz kişi, varlık ya da değer uğruna kılınızı kıpırdatmıyorsanız bu nasıl sevgidir, biraderim / bacım? Biraz fedakârlık lütfen, biraz adanmışlık...
Dostoyevski haksız mı?
Nefretin sahtesi yok ama sevginin sahtesi var.
İtiraf edeyim, ben de sevildiğinden emin olamayanlardanım.
Söz gelişi öğretmensiniz. Öğrencinizin sizi sevdiğinden nasıl emin olabilirsiniz?
Elinizde ölçme değerlendirme diye bir koz olduğu sürece, asla! Öğrencinizin size yağ yakma ihtimali zihninizin bir köşesinde capcanlı durur ve size sürekli uyarı sinyalleri gönderir.
Öğrencileriniz alfabetik sıraya girip Adana’dan şalgam suyu, Afyonkarahisar’dan kaymak, Amasya’dan elma, Aydın’dan incir, Çorum’dan leblebi, Diyarbakır’dan karpuz, Edirne’den badem ezmesi, Erzincan’dan tulum peyniri, Erzurum’dan Oltu taşı tespih, Gaziantep’ten fıstık, Giresun’dan fındık, Gümüşhane’den pestil, Hamsiköy’den sütlaç, İzmir’den saat kulesi (affedersiniz, boyoz), Kahramanmaraş’tan dondurma, Kars’tan kaşar, Kayseri’den pastırma, Kocaeli’den pişmaniye, Malatya’dan kayısı, Rize’den çay, Şanlıurfa’dan isot getirmişlerdir. Kuşkuyla bakar, bu öğrenciler benden yüksek not mu bekliyorlar diye düşünürsünüz.
Bir öğrenciniz Öğretmenler Günü’nde kapınıza “en sevgili öğrenciniz” notuyla bir canlı çiçek bırakmıştır, bir diğer öğrenciniz de doğum gününüzü feysten öğrenip size bir karanfil takdim etmiştir. Sizde aynı kuşku: Benden ne bekliyorlar?
Biri yüzünüze karşı “Hocam, sizi çok seviyorum.” demiştir.
“Yağ mı yakıyor bu öğrenci?” diye düşünmeden edemezsiniz. Bu, ilişkilere çıkar duygusunun sızma endişesinin tezahürüdür. (Tahlil cümlesine dikkatinizi çekerim.)
Bazı deneyimli öğretmenlerin ortak kanaatidir: Öğrenciye güvenilmez. Gaz veriyor, boşluğunuzu alıyor, dolmuşa bindiriyor, dolduruşa getiriyor, dalga geçiyor, alay ediyor, ironi yapıyor olabilir. Her an tetikte, eskilerin deyimiyle teyakkuzda olmalısınız. (Hafızamızda Hababam Sınıfı’nın öğrenci ve öğretmen figürleri var oldukça aksini düşünmek neredeyse imkânsız.)
Bakansınız, dekansınız, milletvekilisiniz, genel müdür ya da sadece müdürsünüz... Hadi gerçekten sevildiğinizden emin olun bakalım.
(İstisnası şudur: Mesela anneniz ve babanız tarafından sevildiğinizden emin olabilirsiniz. Velev ki anneniz / babanız size ömür boyu bir kez bile “Oğlum / Kızım seni seviyorum.” dememiş olsun. Laf aramızda, bu iş öyle anonim hâle gelmiş “Seni seviyorum.” nakarat cümleleriyle de olmuyor. Nice “Seni seviyorum.” koleksiyonları yapıp sevgiyi dudak uçlarından içeri sokmayanları gördük biz. Önemli olan sevgiyi davranışlara yansıtmak.)
Benim emin olduğum bir sevgi daha var: Sivrisineklerin bana olan olağanüstü sevgisi. Kan grubuma mı âşıklar, yoksa onlara bedenimi cömertçe sunmamı mı ilgi çekici buluyorlar, bilmiyorum ama beni gerçekten seviyorlar. Bundan yüzde yüz eminim.
Her yaz bu yargımı tekrar tekrar test etme imkânı bulurum. Bu yaz bu düşüncem bir kez daha kesinlik kazandı. Köye gittim. Bizim evin kapısı komşunun ahırının kapısına bakıyor. Hâliyle kapımızın iki metre solundaki penceremiz de...
Manzara gözünüzün önünde netleşmediyse uydu anteninizin ayarlarıyla oynamayın lütfen. Ne kadar canlandırabildiyseniz o kadarı yeterli.
Tahmin edeceğiniz gibi gecenin bir vakti tiz bir ıslık:
“Fiyuuu!”
Sonra cızırtılı bir ses:
“Toplanın arkadaşlar. Ziyafet var. Bizimki geldi.”
Gerçekten de saniyeler içinde toplanıp geldiler. Aile, sülale, soy, sop, aşiret, ne varsa...
“Hoş geldiniz kardeşlerim!” diye karşıladım onları.
“Nasıl olsa birazdan kan kardeşi olmayacak mıyız?”
“İğneler hazırlansın.” diye bağırdı aşiretin başı.
Aynı anda iğneler kullanıma hazır hâle geldi. Çok geçmeden operasyon başladı. Her sinek kan emeceği bölgeyi seçti, iğne ucuyla deriye lokal anestezi uyguladı. Deri uyuşturuldu, kanın pıhtılaşması engellendi. Sondaja girişildi.
Bende ikram duygusu üst düzeyde:
“Buyurun, kardeşlerim, buradan buyurun. Koldan, bacaktan, dirsekten, omuzdan...”
Hazır, birkaç gün önce Kızılay’a kan bağışında bulunmuşum. Kanım yenilenmiş, tazelenmiş.
İnanır mısınız, tatilimi geçirmek için köye geleceğim her yaz tatili öncesi mutlaka kan veririm. Sivrisinek kardeşlerime bayat kan ikram etmeye gönlüm razı olmaz
Onların bana samimi sevgisini karşılıksız bırakır mıyım?
Ben de onlar için bir şeyler yapmalı, kendimi yenilemeli, geliştirmeliyim.
Nankörlük bana yakışmaz.
Ve sonunda veda sahneleri:
“Teşekkürler kan kardeşimiz.”
“Hoşça kal.”
“Burada olduğun sürece seni yalnız bırakmayız.”
Giderler.
Geride “Unutma bizi, kardeş!” kabilinden tatlı bir kaşıntı bırakırlar. O kaşıntı başım, gözüm üstüne. Ben de onları sevgiyle yolcularım.
“Güle güle kan kardeşlerim. Ne zaman isterseniz buyurun. Kanım size helaldir. Siz bu insan kardeşlerimden çok daha vefalısınız. Onlar da kanımı emiyorlar ama bir teşekkürü bile esirgiyorlar. Uçakta, otobüste, metrobüste, dolmuşta, trende, vapurda, gemide, feribotta, çarşıda, pazarda, sokakta, parkta, AVM’de, ofiste, büroda...”
Ah sivrisinekler, kan kardeşlerim!
Bu yalan dünyada sizin sevginiz gerçek.
Sizin dostluğunuz yürekten, vefanız içten. Sizi nasıl sevmem? Sevginizi nasıl karşılıksız bırakırım?
İyi ki varsınız.