ALTILI GANYAN

Ozan Beygirci ismiyle müsemma bir şekilde ganyan bağımlısı, iflah olmaz bir kumarbazdı. Onu, her at yarışında elinde dürbün ile hipodromda görebilirdiniz. Hatta ezkaza beş dakika geç kalsa veya bir sebeple hipodroma gidemese avenesi merak eder, hemen telefona sarılır “Bilader bir durum mu var?” diye hâl hatır sorarlardı.
Kaç kere maaşını altılı ganyana yatırıp batırdığı için eşi ve çocuklarıyla papaz olmuş, bu yüzden eşi evi terk etmiş, akabinde ev sahibi kirayı ödemediği için onu apartmana sokmamıştı. Böyle günlerde ganyan müdavimleri yine kendi aralarında anında organize olarak sağdan soldan üçer beşer kuruşu tedarik edip arkadaşlarının önce eve girmesini sağlarlar, sonra da eşini ikna etmeyi kendilerine bir insanlık vazifesi olarak telakki ederler ve gereğini de yaparlardı. Eee ne demişler düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Sonuçta bugün sanaysa yarın da bana vururdu bu piyango. Hani piyango dedikse ikramiye değil canım bildiğiniz işlerin sarpa sarması. Ganyancıların aralarındaki bağ kardeşlikten ve arkadaşlıktan öte bir durum arz ediyordu.
Ozan Beygirci, her defasında eşine ve aile efradına evin nafakasını neden beygirlere yedirdiğini açıklamak zorunda kaldığı gibi vadesi gelen borçlarının gününü uzatmak için de alacaklılarına dil döküyordu. Bu sebeplerden dolayı eşi ve alacaklıları ile her tartıştığında onları ikna etmek için kendisini o kadar yetiştirmişti ki inanamazsınız. Kapağında “ikna” ve “pazarlama” yazan tüm kitapları yemiş, içmiş, yutmuş adeta ezberlemişti. Buna ek olarak bir de eşi ile sık sık arası açıldığından, onu duygusal olarak da ikna etmek için sevgi ve aşk üzerine okumadığı kitap kalmadığı gibi yerli-yabancı tüm romantik filmleri de (eski arabesk filmler dâhil) en az üçer beşer defa izlemişti. Aşk şiirleri, şarkı sözleri artık onun için nefes almak gibi sıradan şeylerdi.
Söze başladığı anda etrafında olan herkes adeta büyülenmiş gibi onu dinler, onun kıvrak zekâsı karşısında en anut kişiler dahi beş dakikada ikna olup yelkenleri indirirdi. Bu özelliğini keşfettikten sonra işi büyütmüş kumarbazlığının yanına bir de hovardalığı eklemişti. Aklına takıp da koluna takamadığı bir kadın yoktu. Zira çıkamayacağı kayayı illa çıkacağım diye zorlamazdı. Bal alacağı çiçeği çok iyi bilir, ikna edemeyeceği kadına asla yanaşmazdı.
Ozan Beygirci gerek fiziği gerekse müziği ile de dikkat çeken bir kişiydi. Çok düzgün giyinir, çok düzgün konuşur, saçına başına itina ile bakardı. Müziği derken kemandan saksafona kadar çalmadığı enstrüman olmadığı gibi türküden popa kadar söylemediği bir müzik tarzı da yoktu. Onu bazen bir pop grubunun bateristi, bazen bir caz grubunun gitaristi, bazen bir halk müziği korosunun bağlamacısı, bazen sanat müziği korosunun ritimcisi ve hatta çoğu kere de bizzat solisti olarak sahnelerde görebilirdiniz. Neden musiki istidadını kullanarak bir yerlere gelemedi derseniz onun da cevabı zaten belli: Birincisi müzikten aldığı parayı ganyana yatırırdı. Yani bu işi ek iş olarak yapıyordu ve para aldığını eşi dâhil kimse bilmiyordu. İkincisi de zaten at yarışının olduğu gün ve dakikada babası ölse o yarışa yine giderdi. Yarışlarla çakışan konserleri kaç defa ekmiş, bu yüzden programlar alt üst olmuştu.
İşte bu özelliklere sahip olan Ozan Beygirci sonunda kendindeki eşsiz bir cevheri daha keşfetti. Hatta bu özelliğini keşfettiğinde Arşimet gibi o da hamamdaydı ve o da “buldum, buldum” diye belinde peştamal, elinde bakır hamam tası, kelinde sabun köpüğü ile sokağa fırlamıştı. Tam o esnada dolu başlayınca sokağa kendini atamadan hamama geri dönmek zorunda kalmıştı. Bereket versin bu yüzden de onu hamamcıdan başka o halde gören olmadı. Neydi bu özelliği derseniz hemen cevaplayalım; şairliğiydi. Evet, evet yanlış duymadınız şairliğiydi. Çünkü o da sonuçta Maraşlıydı. Maraş’ın havasından mı suyundan mıdır nedir, ona da şairlik bulaşmıştı.
Önceleri davulcu manilerine benzer bir şeyler söylese de sonradan işi geliştirmiş âşık meclislerinde değme âşıklarla atışmış ve çoğunu mars etmişti. Lakin sonraları farklı antolojilerde gördüğü ve tavladığı birçok kızın hayran olduğu serbest şiirleri okuyunca bu tarzı da öğrenmeye kalkmıştı. Şansı yaver gittiğinden belediyenin açtığı yazarlık mektebinin şiir şubesine kayıt olmuş orada imge, simge, imaj, hülya, hayal ve daha ne kadar entel dantel kavram varsa hepsini yemiş içmişti. Yine bir edebiyat öğretmeninin “Eski şiiri bilmeyenden şair olmaz, göklere çıkmak için köklerin olmalı.” sözüne istinaden divan şiirine de merak sarmış; cümle aruz kalıplarını, bahirlerini, tef’ilelerini, tekmil söz sanatlarını, mazmunları, gazelden kasideye tüm şiir şekillerini de öğrenmişti.
Peki, ne yapmıştı bu bilgilerle diye sormaya ne lüzum var canım! Şiir yazmıştı işte. Kime mi? Kime olacak tabii ki yine beygirlere… Beygirlere yazdığı şiirlerdeki Hürbatur, Toraman, Nurtay, Şahsenem, Esmeray, Kızılyele gibi beygir isimlerinin yerine Ayşe, Fatma, Leyla koydun mu aşk şiiri oluveriyordu. Hatta o kadar ki yazdığı şiirleri Beygirci Divanı diye bir dosyada toplamış, bastıracak yayınevi arıyordu. Gerçi bir kısım şiirlerini de bir elektronik dergide yayımlamıştı.
Ozan Beygirci o ay yine maaşı altılı ganyana yatırmış, terso olmuş ve eve beş parasız dönmüştü. Eşi Cavidan Hanım aslan gibi kükremiş ve arkasından Ozan’ın beygir gibi kişnemesine aldırmadan evi terk etmişti. Yan yatmış çakma Titanik misali ayağını sürüye sürüye kahveye gelip ocaklığın yanına demir atan Ozan Beygirci, Karadeniz sularında gemileri batan armatör gibi dipsiz boşluklara dalıp gitmişti.
Kahvenin kasvetli havasını dağıtmak için kanatlı pencereler açılıp içeriye mis gibi Marmara havası doldurulsa da efkârlı kafaları yine cigara dumanları teselli ediyordu. Cigara içmek yasak olduğundan ocaklığın ancak iki kişinin sığabileceği havalandırma boşluğuna üç tiryaki birden girer, bazen birbirlerini cigaraları ile yaksalar da dumanlandıktan sonra içeri dönerlerdi. Bu küçücük boşluğun kapısında her daim en az sekiz on tiryaki daha sıra beklerdi. Kimsenin de aklına dışarı çıkıp ferah ferah tellenmek gelmezdi.
O gün kahvenin penceresinden sızan güneş ışıkları dibe, köşeye saklanan ganyan mağdurlarını arar gibi şiddetli ve yakıcıydı. Güneşin bu yakıcı ışıklarına aldırmayan Ozan Beygirci, dalgınlıkla elinde soğuttuğu çayı bir yudumda kafaya dikmiş, ha bire boş bardağı kaşıkla karıştırıyordu. Çıkan şık şık bardak ve kaşık sesinden kahvenin tam karşı çaprazındaki köşede televizyonun dibinde ajansları dinlemeye çalışan seksenlik Kör Rıza’nın sağır kulakları bile rahatsız olmuş olacak ki birden ayağa kalkıp:
“Lan Beygirci Ozan! Burayı da Veli Efendi’ye çevirdin. Ulan at mı koşturuyoruz da boş bardağı karıştırıp durun. Senin yüzünden acansları dinleyemiyon gari!” diye bağırdı.
Bu çıkış üzerine herkes Ozan Beygirci’ye döndü ve acıyan gözlerle ona bakmaya başladı. Bu sırada ocakçı Topal Cevdet de ocaklıktan uzanıp Ozan Beygirci’nin elindeki boş bardağı kaptığı gibi evyeye indirdi. Bu arada cigaradan sararmış bıyıkları ve süngüt bağlamış dişlerinin arasından belli belirsiz çıkan bir ses tonuyla:
“Len oğlum, boş bardağı ne karıştırıp durun, şimdi bardağı gırecen patron yine bize yazcek.” diye homurdanmayı da ihmal etmemişti.
Ocakçı Topal Cevdet de aslında eski ganyancılardandı. Hem de jokeylik bile yapmıştı. Jokeylere ganyan oynamak yasak olduğu halde, Ozan Beygirci’ye tüyolar vererek kupon doldurtmuş bu da çabuk öğrenilmişti. Zira o yarışta favori at, Cevdet’in atı olduğu halde yarışı kaybedince patronu onu Veli Efendi Hipodromunda at niyetine koşturmuş, sonunda da topuğundan vurdurmuştu. O günden sonra Bigalı diye bilinen Cevdet’in nur topu gibi bir adı doğmuş, o günden sonra Topal Cevdet diye anılır olmuştu.
Güneş ışıkları dibi köşeyi teftiş ile rüzgâr da içerinin tozunu, gipürünü havaya kaldırmakla meşgul iken kahveye Ozan Beygirci’nin ekibinden Karacabeyli At Müjdat giriverdi. Elinde bir gazete vardı. Onun da yüzü mosmordu. Kahvenin ortasında dikilip şaşı gözüyle içeridekileri taradı. Ozan Beygirci’yi görür görmez dümeni ona doğru kırdı ve ocaklığın dibindeki iki kişilik küçük masanın hasır iskemlesine ilişti:
“Hayırdır ortak, sen de mi terso oldun?” sualiyle söze başladı.
“Sorma” dedi Ozan Beygirci, kafasını su oluğuna sokmuş beygir gibi.
İkisi de bir müddet sustu.
Sessizliği ocakçı Topal Cevdet’in bıraktığı iki bardak çayın tak diye masa ile buluşma anında çıkardığı o küçücük ses bozdu. Peşinden de çaya atılan şekerleri karıştırmak için ikisinin aynı anda başladıkları kaşık sesi…
Çayından bir fırt çeken Ozan Beygirci, At Müjdat’ın masaya bıraktığı gazeteyi açtı. Sayfada koca puntolarla “ALTILIDAN HAYIR YOK. YİNE TERS KÖŞE!” yazıyordu. Bu manşet ile batırdığı yarışın sonuçları ile tekrar yüzleşince o sayfayı hemen çevirdi.
İlk sayfaya baktı:
“Altılı masada çatlak!”
“Çin, Rusya’ya altılı zirve teklif etti.”
“Belediye At Meydanı’na altılı kavşak yaptırıyor.”
Sanki gazete onunla dalga geçiyor gibiydi. Öfkeyle sayfayı çevirdi. Bu kez üçüncü sayfa haberlerine gözü takıldı:
“Maaşını at yarışlarında batıran kocasını kırbaçlayarak döven kadın ilk kez konuştu.”
“Kadın kumarbaz kocasını kumarhanede hatunlarla bastı.”
“Sokak ortasında karısını döven adam, hipodromdan kaçan atın altında kaldı”
Nereye baksa altılı veya at vardı. Öfkeyle tekrar sayfaları çevirdi. Bu defa gördüğü habere gözleri inanamadı.
“En güzel aşk şiirlerini arıyoruz. Birinciye 5 bin, ikinciye 3 bin, üçüncüye 2 bin TL ödül. Katılım için son gün, bugün. Katılım formunu doldurup hiçbir yerde yayınlanmamış bir şiirinizi isminizi yazmadan sadece rumuzla Word formatında aşağıdaki e-posta adresine gönderin. Şiirler en fazla yirmi mısra olacaktır. Konu aşkla sınırlı olup şiirlerde tür sınırlaması yoktur. Her yarışmacı yarışmaya bir şiirle katılacak. Sonuçlar on beş gün sonra gazetemizde duyurulacaktır.”
Ozan Beygirci haberi bir daha okudu. Onun bu kadar dikkatli bir şekilde gazeteye dalmasını gözünden kaçırmayan At Müjdat da gazeteye eğildi ve onun okuduğu sayfayı okumaya başladı.
Bu haber Ozan için bir şans olabilirdi. Zira at yarışlarında kaybettiği 10 bin lirayı kazanabilirdi. Bu sayede hem parayı hem de onu terk eden karısı Cavidan’ı geri kazanabilirdi. Zira karısı evi terk ederken “Kulağıma kuru laf değil avucuma on bin lirayı kuruş kuruş saymazsan eve dönmem bilmiş ol! 9999 lira olsa kabul etmem, 10 bin olacak.” diye kestirip atmıştı.
At Müjdat’a sırıtarak baktı:
“Haydi ortak hemen yandaki internet kafeye gidiyoruz. Ben bu şiir yarışmasına katılıp ödülleri alacağım ve sıkıntıdan kurtulacağım.”
At Müjdat elini havada sallayarak:
“Sen mi kazanacaksın? Haydi kazandın diyelim en fazla alacağın para 5 bin. Sen batırdın 10 bin. Kurtarmaz.”
Ozan Beygirci onu duymamış gibi ayağa kalktı:
“Ben üç ödülü de alacağım.” dedi.
At Müjdat yerinden kalkarken:
“İyi de bir kişi tek şiirle katılıyormuş. Nasıl olacak?” diye sordu.
Ozan Beygirci, gülmek ve kişnemek arası bir ses çıkardı.
“Birini senin adınla, diğerini de ocakçı Topal Cevdet’in adıyla…”
Ozan Beygirci’nin son cümlesini işiten Topal Cevdet:
“Hayırdır? Benim adıma ganyan oynayacaksan bak ben tövbe ettim. Karıyla benim aramı açarsın. Git başkasının adına gir nereye gireceksen.” diye itiraz etti.
Ozan Beygirci elini Topal Cevdet’in omuzuna koydu ve “Korkma aslanım, ganyana değil şiir yarışmasına kupon dolduracağım bu kez. Birini senin adına yazacağım. Seni arayan olursa şiir benim dersin. Ödülü alıp bana verirsin, hepsi bu.” dedi.
Topal Cevdet pek bir şey anlamasa da daha fazla itiraz edemedi. Lakin At Müjdat devreye girdi.
“Lan oğlum, işin gücün hayâl. Ne biliyon kazanacağını?” diye sordu.
Ozan Beygirci:
“Ulan kürük, kuponları yazdırırken kesin birinci gelecek dediğin, tüyo aldım dediğin atlar sütçü beygiri çıktı. Hepsi nal topladı. Sanki kupon yazarken hayal değil miydi?” dedi.
E, bu soruya verilecek en güzel cevap susmaktı, At Müjdat da öyle yaptı.
Yandaki kafede bu işlerden iyi anlayan birisini bulup üç farklı isim ve rumuzla şiir yarışmasına müracaat işini hallettiler. Ozan Beygirci şiirlerini, Beygirci Divanı’ndan seçmiş, şiirde geçen at ile ilgili tabirleri silip uygun kelimeler yazarak değiştirmişti. “Kızıl yelelerin kıskandırır güneşi” diye başlayan şiir “O kızıl saçların kıskandırır güneşi”, “Nallarının dibinde ölmek ne saadet Şahsenem” diye başlayan şiir “Dizlerinin dibinde ölmek ne saadet ey Leyla” ve “Üzengini öpeyim yatırma bu kuponu /Sen varsın altılıda seri başı” diye başlayan şiir de “Sensin bu aşk kumarında kaybedeceğim tek varım” olmuştu.
Şiirin birisi hece vezninde, biri aruz, biri de serbest şiirdi. Şiirlerin rumuzları da enteresandı. Beygirci, Küheylan ve Düldül… Lakin hangi şiiri kimin adına ve hangi rumuzla gönderdiğini bir yere kaydetmemişti.
Aradan on beş gün geçince bir sabah Ozan Beygirci’nin telefonu çaldı. Telefondaki kadın ona:
“Merhaba Ozan Bey şiir yarışmamızda üçüncü oldunuz. Lütfen aradığım numaraya WhatsApp’tan IBAN numaranızı gönderin. Hesabınıza 2 bin TL ödülü yatıralım.” dedi ve kapattı.
Ozan Beygirci kara kara düşünmeye başladı. Acaba hangi şiir ve hangi rumuz üçüncü olmuştu. Birinci, ikinci kim?
O sırada telefonu tekrar çaldı. Bu defa arayan At Müjdat idi.
“Müjde ortak, benim adıma katılan şiir ikinci olmuş. IBAN’ı gönderdim. Para hesaba yatınca hemen sana veririm. Sen de gidip yengenin gönlünü edersin.”
Ozan Beygirci’nin ağzı kulaklarına varıyordu. Hangi şiirin ikinci olduğunu bilemese de en azından At Müjdat ödülü alınca kendisine iade edecekti.
Acaba birinci kimdi? Yoksa Topal Cevdet adına katıldığı şiir birinci mi olmuştu? Bunu anlamanın yolu Topal Cevdet’i görmek veya aramaktan geçiyordu. Önce arayacak oldu ama belki hattı meşgul ederim korkusuyla kahveye gidip yüz yüze görüşmeyi uygun buldu. Hemen üzerini giyip kendisini sokağa attı. Lakin daha kapıdan çıkar çıkmaz alacaklıları yakasına yapıştı. Bunların başında ev sahibi Tefeci Haydar olmak üzere mahalle bakkalı Deli Özgür, kasap Kör Barış ve manav Sulu Sülo vardı. Yarım saatten fazla dil döktü, sonunda onları ikna edip kahveye kendisini zor attı.
Kahvenin önüne geldiğinde Topal Cevdet’in birisiyle hararetli bir şekilde telefonla konuştuğunu gördü. Hemen kahveye daldı. Topal Cevdet bağırıp duruyordu.
“Kardeşim bir saattir on kere aradın. Kaç kere dedim sana, beni kandıramazsın diye. Ben bir şey kazanmadım, sana da bilgi falan vermiyorum.”
Ozan Beygirci’nin tam içeri girerken duyduğu bu sözler nihayetinde Topal Cevdet’in telefonu kapatmasıyla sonlanmıştı.
Beygirci hemen merakla koştu.
“Arayan kimdi?”
Topal Cevdet, karşısında Ozan Beygirci’yi görünce birden kıpkırmızı oldu.
“Hastır lan, seni görmesem unutmuştum! Telefondaki karı bana para kazandın deyince ben de dolandırıcı diye karıya sövüp sayıyordum ya!”
Ozan Beygirci bir anda öfkeye kapılıp Topal Cevdet’in yakasını kucakladı.
“Nasıl unutursun oğlum! İstikbalim buna bağlı. Ara çabuk o numarayı. Şimdi unutmuşum, anladım de. Kadını ikna et ve parayı kurtar.”
Topal Cevdet hemen telefona sarıldı ve kendisini son arayan numarayı çevirdi.
Bir müddet bekledikten sonra konuşmaya başladı.
“Efendim ben Cevdet Düşünür, kusura bakmayın, bir an unutmuşum şiir yarışmasına girdiğimi. Sizi dolandırıcı sanmıştım. IBAN numaramı göndereyim. Lütfen kusuruma bakmayın. Çok özür dilerim.”
“Evet”
….
“Yaaa! Şimdi ne yapacağız?”
….
“Tamam, sizden haber bekliyorum.”
Ozan Beygirci merakla konuşulanları anlamaya çalışıyordu. Topal Cevdet telefonu kapatınca üzgün bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı.
“Valla bilader, kadın ben itiraz edince bu işte bir iş var diye oradaki jüri üyelerine durumu anlatmış. Onlar da şiiri araştırmışlar, bu şiir bir yerde yayınlanmış ama Allah’tan altında sadece Beygirci yazıyormuş. İsim yazmıyormuş. Ancak senin yazdığın rumuz da Beygirci imiş. Bu yüzden şiirin bana ait olduğunda şüpheleri yok ama şiirin daha önce Uçukkara dergisi internet sitesinde yayınlanmış olmasına takılmışlar. Eğer bu şiiri yayından kaldırtabilirsek ödülü ödeyeceklermiş. Onlar da bir skandal çıkmasın diye bu kadarcık bir tolerans göstereceklermiş. Ancak kadın iki saat süre verdi.”
Ozan Beygirci’nin yüzü allak bullak olmuştu. Kadının Topal Cevdet’e şiirin adını ve katıldığı rumuzu söylemesi üzerine, birinci olan şiirin hangi şiir olduğunu buldular. Ozan Beygirci hemen telefona sarılıp Uçukkara dergisi internet sitesinde yazan telefon numarasını aradı. Karşısında dergi idare müdürü olduğunu söyleyen bir adam çıktı.
Ozan Beygirci ona durumu anlattı ve şiiri hemen yayından kaldırmaları için rica etti. Adam gevrek gevrek gülerek:
“İyi de hemşerim bu işte bizim kârımız ne olacak?” demez mi? Ozan Beygirci’nin birden tepesi attı.
“Peki kardeşim ne istiyorsun?” diye sert bir şekilde sordu.
Adam gevrek gevrek gülmeye devam ederek:
“Ödülün bin lirasını bize gönderirsen sitenin host kirasını öderiz. Yoksa site kapanacak. Artık bu kadarcık bir iyiliği yaparsınız herhalde. Hani derler ya at gelecek yerden tay esirgenmez diye. Sen de kazan biz de kazanalım. Tabii bu bir ricadır.”
Ozan Beygirci küplere binmişti.
“Ne höstü, ne atı, ne tayı kardeşim, at çiftliği mi idare ediyorsunuz? Alt tarafı bir şiiri yayından kaldıracaksın.”
Adam bu defa gayet sakin bir şekilde:
“Höst değil host, internet kirası yani. Evet bin lira gelirse işlem tamam. IBAN numarasını gönderiyorum.” dedi ve telefonu kapattı.
O sırada Topal Cevdet’in de telefonu çaldı. Arayan numara yine bilinmeyen bir numaraydı. Telefondaki adam kendisinin yarışmada jüri üyesi olduğunu söyleyince Topal Cevdet telefonun sesini açtı. Adam eğer kazanılan ödülün yarısını kendisine verirse hem bu şiiri yayından kaldırtacağını ve hem de ona ödülü takdim ettireceğini söylüyordu.
Ozan Beygirci hemen telefonu Cevdet’in elinden aldı ve bağırarak:
“Kardeşim şiiri zaten kaldırtıyoruz. Daha ne parası istiyorsunuz?” deyince adam:
“Beyefendi hiç boşa bağırma, daha önce yayınlanmış bir şiir ile yarışmaya katılmak diskalifiye olmak demektir. İşine gelirse, ya ödülün yarısını gönderirsin ya da havanı alırsın.” diye karşılık verdi.
Köşeye sıkışan Ozan Beygirci önce yelkenleri indirdi. Bildiği tüm ikna metotlarına başvurarak olayı çözmeye çalıştı. Adama, başına gelenleri tek tek anlattı, bu parayı tam tekmil karısının eline saymazsa karısının eve dönmeyeceğini söyledi. Duygu sömürüsü, ajitasyon ve ağlama numaraları maalesef işe yaramamıştı. Para karşısında tüm metotlar iflas etmişti. Karşıdaki adam gayet pişkin bir şekilde ona:
“Ben de sağlam tüyolar aldım. Senden aldığım parayla altılı ganyan için kupon yapacağım. Kazanırsam paranı iade ederim.” diye cevap verdi.
Ozan Beygirci kabız eşek gibi kıvranıyordu.
“Şiiri ben yayından kaldırtacağım zaten. Sana da bin liradan başka para yok” diye bu defa pazarlığa başladı.
Hikâye baskıya girdiğinde henüz verilen süre de pazarlık da bitmemişti.


Yorumlar - Yorum Yaz