*Kar peşinde karın karın tokluğuna çalışıyorsa senin karın ne olacak peki?
*Bütün bulmacaları halleden, halden domates alıp haline şükreden padişahı halettiler.
*Hala hala dediğim Zuhal hala hala hala olduğunun farkında değil.
*Adettendir deyip bir adet atın adeta yürüyüşünü adeta hayranlıkla izlediler.
*Aşıkla aşık oynayan aşık “Benim aşığım senin aşığını döver.” dedi.
*Alem elinde alemle yürürken biz de sonsuz alemi seyre daldık.
Bu altı cümle şapkasız çıktı karşınıza; hoşgörünüze sığınarak. Şapkasız çıkınca da ne dediği anlaşılmaz oldu hâliyle.
Biliyorsunuz, bir şehir dedikodusunun soru hâli vardır: Türk Dil Kurumu şapkayı kaldırmadı mı?
Cevap verelim: Hayır, kaldırmadı. Son kırk yılına şahidim. Şapkanın kaldırıldığını ne gördüm ne de duydum. İnanmayın bu dedikodulara. İhtiyaç duydukça kullanın bu sevimli işareti.
Şapkaymış. Bir kere o şapka değil uzatma/inceltme işareti, akıllım. Ayrıca şapkayı kaldırmak Türk Dil Kurumunun görevi mi? O görev Türkiye Büyük Millet Meclisine düşer. Kaldırmış mı peki? Hayır, tabii ki. Şapka Kanunu hâlâ (hala değil hâlâ) yürürlükte ve hâlâ (hala değil hâlâ) aramızda yaşıyor. Yani şu anda şapka takmayan herkes suçlu. Ben hariç. Benim kanunlara acayip saygım vardır. Neme lazım, biri kalkıp şapka kanununa muhalefetten hapis cezasına falan çarptırır beni.
Bereket versin, şapka takmayanlara 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası uygulaması birkaç yıl önce kaldırıldı. Ceza kaldırıldı ama kanun kapı gibi duruyor orada. İptal edilemeyecek kanunlar arasındaki seçkin yerini koruyor.
Peki, ben şapkanın neresindeyim ya da şapka benim neyim olur? Tereğindeyim ya da bacanağım olur gibi saçma espriler istemeyin benden. Hele şapkadan tavşan çıkarmamı hiç beklemeyin.
Bana şapka delisi diyebilirsiniz. Tam 44 tane şapkam var. Melon şapka mı dersiniz, fötr şapka mı, hasır şapka mı, flat şapka mı, spor şapka mı, bere mi, kovboy şapkası mı, köylü kasketi mi, hepsi var. İnanmazsınız, koleksiyonumda Rus işi ushanka bile mevcut. Her birinden üçer beşer…
Paltomun, pardösümün, montumun, ceketimin, gömleğimin, kravatımın, tişörtümün, ayakkabımın hatta çorabımın rengine göre şapka takarım, hem de her gün. Şapkayı seviyor muyum? Soru mu bu şimdi?
Bir Öztürk Serengil vardı rahmetli. Bir “Şepkemin eltindeyim.” deyişi vardı, yürek dayanmaz. Aynı adlı filmlerini seyrettik uzun yıllar.
Size bir sır vereyim mi? Ben kel kafamı şapkayla kamufle ediyorum aslında. Saç ektirmeye cesaret edemiyorum. Ayrıca kıla tüye harcanacak param da yok. (Can dostum Yakup burada olsa kuracağı cümle belli: “Siye yazzığım geliy.” Ama memlekette bizim gibiler için şöyle derler: “Kel başına bahmay, bi de şimşir darah aray.”)
Rahmetli Attila İlhan’a özenirdim. Şair, yazar, düşünür... Şapkanın en çok yakıştığı adam. Sonra bir de halkçı Ecevit vardı. Köylü kasketini başına geçirdi mi kolejli Bülent’in içinden halk adamı Bülent çıkardı.
Demirel su katılmamış bir köylüydü. Onun da bir fötr şapka merakı vardı. Halkı fötr şapkayla selamlamak en büyük zevkiydi. Her yıl yüz elli şapka satın alırdı Vitali’den. Bütçede şapka için ayrı bir ödenek ayrılırdı.
“Bir GAP’ı gaptırmam, bir de şapkamı.” derdi.
Biz ona “lengeri fötr şapka” derdik. Hatta “fötr” diyemezdik de “foter” derdik.
Ne günler gördük. Bu millet, miting meydanlarında bir emanetçi parti genel başkanının kürsüden gösterdiği şapkayı çılgınca alkışlamıştır. Şimdilerde “Cekete, terliğe oy veririz.” falan deniyor ya, eskiden de böyleydik.
Lisede integrali, Demirel’in 5 numara şapkasının alanını hesaplamak için öğrendik. Yaşıyorsa selamet, öldüyse rahmet, matematik hocamız bize integrali bu amaçla öğretti. Demek ki matematik hayatın içinde bir şeydi.
Özal’ı unutmayalım. O da sıcak yaz günlerinde güneşin ultraviyole ışınlarından korunmak için spor şapka takardı.
Hey gidi fani dünya! Bak, kendileri gitti şapkaları kaldı yadigâr. Her biri bir müzede sergileniyor şimdi. Sahi, ben ölünce şapkalarım ne olacak?
Bir ara MFÖ’nün Mazhar’ıyla “Şapkasız çıkmam, abi!” modası başladı.
Ha, bir de 70’li yıllarda kenarı tüylü Almancı fötr şapkaları vardı ki onun için romanlar yazılır. O bir hikâyenin sınırlarını aşar.
Ah bu şapka! Kimleri multimilyoner etmedi, kimlerin başına çorap örmedi?
20. yüzyıl biraz da şapka yüzyılıdır bence.
25 Kasım 1925 tarihli Şapka Kanunundan (daha doğrusu, Şapka İktisası Hakkında Kanundan) söz ediyorum, efendiler!
Üç maddelik Kanun’un birinci maddesi aynen şöyledir:
Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesata mensup memurîn ve müstahdemîn Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder.
Tarih 18 Nisan 1926.
“Köye Kaymakam Bey gelecek.” dediler.
Aldı mı bizi bir telaş? Şapka kanununun sıkı uygulandığı yıllar. Şapkan yoksa kellenle vedalaş! Öyle böyle değil. Kimsede şapka yok. Var diyelim, şapkayı alacak para nerede?
Muhtar Abdi topladı bizi köy meydanına.
“Arkadaşlar, durum böyleyken böyle,” dedi. “Derhâl bir çare bulmamız lazım. Bulamazsak yandığımızın resmidir.”
Her kafadan bir ses çıktı: “Ormana saklanalım.” diyenler de oldu, “Salgın hastalıktan yataklara düşelim.” diyenler de.
Derken köyün akıldanesi Fırfır Ali çözümü şıp diye buluverdi.
“Takkelerimiz ne güne duruyor, arkadaşlar?” dedi.
Hep bir ağızdan,
“Nasıl yani?” dedik. “Kaymakam Bey gelince cemaatle namaz mı kılacağız? Bunun şapka inkılabıyla ne alakası var?”
Anlattı Fırfır Ali. Hepimizin aklına yattı. Bütün köy koro hâlinde “Bu Fırfır’ın göbek adı Hızır mı yoksa?” diye sordu ve herkes Fırfır’a bir can borçlandı.
O gece hanımlarla el ele verdik ve bir destan yazdık. Önce kartonları daire biçiminde kestik. Sonra kantonların ortasına başımızın büyüklüğünde birer çember açtık. Hanımlar hünerli elleriyle kartonların ortasındaki çemberlere takkeleri bir güzel diktiler. Oldu mu size yerli ve millî bir melon şapka? Biz de beğendik, Kaymakam Bey de. Ateşli bir nutuk çekti bize; huşu içinde dinledik.
“İşte benim köylüm,” dedi Kaymakam Bey. “İşte muasır medeniyet seviyesi! Sizlerle iftihar ediyorum, kıymetli yurttaşlarım! Sizi örnek köy ilan ediyorum. Şapka inkılabına sadakatiniz her türlü takdirin fevkindedir. Vaziyeti üst makamlara bildireceğim. Mükâfatlandırılmanızı isteyeceğim. Sağ olun, var olun, berhudar olun, sağlıcakla kalın!”
Alkışlamaktan avuçlarımız kabardı. Sonunda bir de mükâfat vardı.
Devlet sözü bu, boru değil.
İsterseniz bize “Çok safsınız.” deyin. O günden bugüne neredeyse yüz yıl geçti. Üç nesil göçtü. Kırk kaymakam geldi gitti. Bizim köyde dördüncü nesil hâlâ şapka inkılabına sadakatin mükâfatını bekliyor, iyi mi?
Laf aramızda, Fırfır Ali’ye olan can borcumuzu da ödeyemedik.
AVM’de evdeş, alışverişini tamamlasın diye beklerken bir mağaza vitrininde görülen şapkanın ilhamıyla cep telefonunun notlar sayfasına yazılan hikâye ancak bu kadar olur.