“Hazırlan!” diyor keşiş Arev. “Gidiyoruz.”
“Nereye?” diyor Aslı.
“Nereye olursa…”
“Ama neden?”
“Nedeni var mı, kızım? Bu serseriden kurtuluş yok. Yapıştı karasakız gibi. Peşini bırakmayacak. Babası seni istedi. Düşüneyim, kızıma sorayım falan deyip yarına kadar süre istedim. Hazır ol! Bu gece gidiyoruz.”
Son bir hamle yapıyor Aslı:
“Gitmesek olmaz mı, baba?”
“Olmaz. Seni o kopuğa vereceğimi düşünmüyorsun herhâlde. Ölürüm de vermem.”
“Ama baba…”
“Aması, maması yok. Dini dinin değil, kanı kanın değil. Yahu, tipi tipin değil. Olacak şey mi bu?”
Gece yarısı Arev, pılıyı pırtıyı toplayıp kızını da önüne kattığı gibi şehirden kaçıyor.
Kerem haberi duyunca sazını sağ omuzuna, annesinin hazırladığı çıkını sol omuzuna asıyor, ana babasıyla helalleşip yola koyuluyor. İz sürme konusunda uzmandır kendisi. Yüksek lisansını Gobi Çölü’nde iz sürme üzerine yapmıştır.
Şehrin çıkışında keşişle kızının ayak izlerini yakalıyor. Zaten Aslı’nın ayak izini bin ayak izi içinde tanır.
Kararı karar: Aslı nereye ben oraya!
Bir dağ yamacında, çeşme başında oturup çıkınından çıkardığı kuru ekmeği ıslatıyor, üzerine tereyağı sürüp afiyetle yiyor. Sonra da sazını eline alıyor, görelim, hânım, ne söylüyor?
Ey yüzü asık dağlar
Aslı’mı gördünüz mü?
Ey suyu kesik bağlar
Aslı’mı gördünüz mü?
Bacanaklar kayınlar
Yolumdaki mayınlar
Meradaki koyunlar
Aslı’mı gördünüz mü?
Yaylanın çiçekleri
Teyzemin inekleri
Ey çoban köpekleri
Aslı’mı gördünüz mü?
Püskül taktım bereme
Derdim döndü vereme
Cevap verin Kerem’e
Aslı’mı gördünüz mü?
Ertesi gün başka bir dağın eteğinde mola veriyor Kerem. Bir parça kuru et ve avuç içi kadar kurut yiyor. Beddualı bir türkü söylüyor:
Pencereden bakıp diş biler imiş
Dişini Azrail çeksin keşişin
Kayınpeder dedik yoldüzler imiş
Dilerim paleti çıksın keşişin
Her alışverişte iki fiş alan
Benim gözyaşımla her gün duş alan
Yüzüme baktıkça nefret boşalan
Gözleri önüne aksın keşişin
Önüme engeller dizip duruyor
Diyardan diyara gezip duruyor
Kerem için mezar kazıp duruyor
Yüreğini akrep soksun keşişin
Son tezeneyi vururken pişman oluyor. “Tövbe ya Rabbim!” diyor. “O Aslı’nın babası. Ayrıca beddua etmek ne demek? Bütün söylediklerimi geri alıyorum.”
Kalkıp yürüyor. Dağlar, ırmaklar aşıyor, şehirler geçiyor, vardığı her yerde sazına davranıyor ve aşkını sakız ediyor.
Erzurum’da aşotu çorbasının, cağ kebabın, kadayıf dolmanın tadına bakıyor; Erzincan’da ekşi su içiyor, Cimin üzümü ve tulum peyniri yedikten sonra Sivas’a doğru yola çıkıyor. Usta bir dedektif gibi adım adım keşişi ve Aslı’yı takip ediyor. Sivas’ta Gök Medrese ziyareti ve köfte ziyafetinin ardından tekrar yola düşüyor.
Sonunda Kayseri’ye varıyor. Sorup soruşturuyor. Öğreniyor ki keşiş, Gevher Nesibe’nin yakınında iki katlı bir ev tutmuş, alt katını ağız ve diş sağlığı merkezi olarak faaliyete geçirmiş. Meğer keşiş yarı zamanlı, sertifikalı diş hekimiymiş. Bir şey daha öğreniyor Kerem: Aslı da merkezde hemşire kadrosunda çalışıyormuş.
Aslı’yı görebilmenin tek bir yolu var: Keşişe gidip diş bakımı yaptırmak. Ancak tanınmamalı. Keşiş, Aslı’yı kaptığı gibi Cibuti’ye götürür alimallah.
Sakal bırakıyor Kerem. Saçlarını usturaya vurduruyor. Bir de kalın çerçeveli, numaralı gözlük takıyor. Artık annesi bile tanıyamaz onu.
Ertesi gün erkenden merkezin yolunu tutuyor. Sıra numarası alıp bekliyor. Sırası gelince içeri giriyor. İşte, Aslı orada.
Keşişin “Neyin var, delikanlı?” sorusuna,
“Azı dişlerim.” diyor. “Çok ağrıyor. Çekin hepsini, kurtulayım.”
Keşiş, dişlere bakıyor.
“Çürükler var ama temizleriz.” diyor. “En iyisi dolgu yapmak.”
“Siz bilirsiniz.” diyor Kerem. “Ne kadar sürer?”
Keşiş, hesaplıyor:
“Her gün gelebilirseniz on günde biter.”
Kerem’in canına minnet. Arada çaktırmadan Aslı’ya bakmayı da ihmal etmiyor. Aslı tanımıyor onu ama olsun; yanında, yakınında ya...
“Anlaştık, diyor. Her gün gelirim.”
Güle oynaya çıkıyor merkezden. Arka sokakta bir ev tutuyor bir artı bir. O akşam, bir türkü besteleyip vatsaptan Aslı’ya gönderiyor.
Türkü şöyle:
Aslı’m senden vazgeçemem
Gerekirse başım gitsin
Bir tanesi kalsın demem
Otuz iki dişim gitsin
Tozu dumana katarım
Susuz gezer aç yatarım
Altmış yıl oruç tutarım
Ekmeğimle aşım gitsin
Gözü yaşlı kalbi yara
Kerem’ini n’olur ara
Aslı’m senin peşin sıra
Benim mezar taşım gitsin.
Ertesi gün Saat Kulesi’nin dibinde saz çalıp türkü söylemeye başlıyor. Zabıtalar,
“Ne ayaksın?” diyorlar.
“Bir garip ozanım.” diyor Kerem. “Horasan’dan geldim. Laf aramızda, parasız pulsuz kaldım. Dilenmektense sanatımı konuşturayım. Müsaadeniz var mı?”
“Tabii ki” diyor zabıtalar. “Bizim sanatçıya hürmetimiz vardır. Üstelik misafirsin.”
“Eyvallah, abiler,” diyor Kerem.
En yanık türkülerini seslendiriyor. Önüne koyduğu bakır tas parayla doluyor.
Kapanışı Köroğlu’nun “Kiziroğlu Mustafa”sıyla yaparken kerli ferli bir adam yaklaşıyor. İlgiyle dinliyor Kerem’i. Türkü bitince alkışlıyor.
“İyisin, delikanlı,” diyor. “Bu işten para kazanmak ve tabii bana da kazandırmak ister misin? Kazan kazan…”
Kerem şaşkın.
“Nasıl olacak ki?” diye soruyor.
“Sen ‘he’ de, gerisi kolay” diyor adam. “Ben müzik yapımcısıyım. Seni şöhrete ve paraya boğabilirim.”
“Dişlerim…” diyor Kerem. “Aslı’m” demek istiyor aslında.
“Bir klip çekimi için on gün buralardayım.” diyor adam. “Bu kartım. İşin bitince ara beni.”
Kerem’in bir yanı gidiyor, bir yanı yerinden kımıldamıyor. Ama bu, talihin ona sunduğu altın bir fırsat.
On bir gün sonra Kerem İstanbul’da. Stüdyoya giriyor, albüm piyasaya çıkıyor. Söylediği rap tarzı türkü patlıyor. Günlerce, haftalarca liste başı oluyor.
Kerem’i dünya tanıyor artık. Şimdi bir hayali var: Kadir Has Şehir Stadyumunda konser vermek. Patrona açıyor konuyu.
“Neden olmasın?” diyor patron. “Hemen bağlantı kuruyorum.”
“Aslı, özel davetlim olabilir mi?”
“Onu anladık.” diyor patron. “Keşiş de, Aslı da konsere gelecek.”
Ve Kerem, Kayseri’de.
Keşiş, kızını elinden tutup konsere getiriyor. Kerem’den özür diliyor. Bu özel gece için bir de sürprizi var. Konser başlamadan önce Kerem’e oyma dut uzun saplı, pahalı bir bağlama hediye ediyor. Konserde bu bağlamayı çalmasını istiyor.
Konser başlıyor. Çok geçmeden bağlamanın telleri Kerem’in parmaklarına dolanıyor ve asla çözülmüyor.
Ciğerden bir “ah” çekiyor Kerem. Sonrası malum.
Keşiş yapacağını yapıyor, sihirli bir bağlamayla hedefine ulaşıyor.