KORONA DERSLERİ

Korona günlerinde ve evdeyiz. Korona sonrası günleri şimdiden anlayabiliyoruz. Korona günlerinden çıktığınızda, yaşamınızda ruhî bir değişiklik yoksa siz korona günlerini anlamamışsınız derim. Korona’dan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, siz de öyle! Salgın bir mikrop içerdiği kadar, aynı zaman bir durumu da dayatıyor. Bundan insanın etkilenmemesi yanlış olurdu. Öyle de oldu. Şimdiden korona sonrası konuşulmaya başlandı. Korona derslerini alırsak, korona sonrasını konuşmak daha kolay olur. Koronada neler oldu, yaşadıklarımız neler, neler daha yaşayacağız, bunları iyi anlamamız lazım. Korona sadece bir salgın değildir, insanın doğada yaptıklarının doğal bir neticesidir.
Korona öncesi saldırgan ve kibirli bir dünya düzeni vardı. Bol bol savaş çıkaran emperyalist devletler ve onların vekâlet savaşçısı küçük tetikçi yapılar vardı. Birden duruldular. Kendi başının derdine düşen bu haydut devletler, savaşamaz ve koronayla mücadele eder duruma düştüler. Bunlar hiç de büyük değillermiş! Mao’nun dediği gibi, bunlar karton askeri yapılarmış. Ventilatör bile yapamayan, insanını copla eve sokan aciz devletlermiş bunlar! Ortadoğu savaşları, Uygur işkenceleri birden kesilmedi mi? Mekânın sahibi, bir gramlık mikropla, bu haydutlara durun demedi mi? Başının derdine düşen Çin ve ABD, korona sonrasında, başka ulus devletlerle baş etmek durumunda kalacaklar. Çünkü rolleri değiştirecek yapılar geliyor.
Korona günlerinde güneş batıdan doğdu, minarelerden ezan sesi yükseldi. Aciz kalan devlet yönetimleri, İslam’ın gür sadasına teslim oldu. ABD, Fransa, Kanada, İspanya, Çin’de selâ, Kuran, ezan sesleri yükseldi. Müslümanlar üzerindeki savaşlar durduğu gibi, ezanlarımız da Endülüs’te okundu. Bu dersler tesadüf olamaz. Artık dünyanın efendisi batı değil. Önemli derslerden birisi budur. Mikrobun fendi, batıyı ve onun kölelerini yendi. İnsanları huzurevi, bakımevinde öldüren batılı kafa, faşizm kodlarına geri döndü. Evrimci kafanın Türkiye ayağında bir prof (!) elli salgın hastasını itlaf etsek mesele yok demedi mi? Bu da ülkemizin ünlü darvincisi değil miydi? Demek ki hakikati yakalamak, sadece bilimle olmuyormuş, vicdan da lazımmış!
Salgın öncesi her şeyi yiyen insan, artık her şeyin yenmeyeceği gerçeğini de öğrendi. Habais olan şey yenmez. İnsan, ne yerse odur. Doğada ne varsa yiyemeyiz. Paydaşlarımızın yemesi gerekeni yersek, salgın kaçınılmaz olur. Sars, mers ve akrabası olan korona bunun için oldu. Kimse Çin’in yediklerinin doğaya uygun olduğunu iddia edemez. Fare yenir mi kardeşim, sen fare misin? Pangolin de nesi? Pangolin ve yarasa yerken, miden ne durumdadır. Evcil hayvanları yiyeyim derken buraya kadar geldiniz. Tabiatla uyumlu yaşamayı, başka ortaklarımızın yediğini, yememiz gerektiğini anladık. Gıda ve sağlık, stratejik bir olaydır. Hastane sürecini iyi yöneten Türkiye, gıdaya ayrı bir başlık açmalıdır. Etil alkolün bile ne kadar önemli olduğunu anladık. Şeker fabrikalarını, özel ve devlet olarak güçlendirmeliyiz. Salgını düşük zayiatla atlatacaksak, bunun iyi yaptığımız temizlikten olduğunu bilelim. Yemek konusunda doğal olmanın kazanımlarını iyi kavradık. Ota, çöpe devam!
Silah üreticisi ülkeler, maske üretemedikleri için, salgına fena yakalandılar. Halk sağlığını para gören devletler, sınıfta kaldı. Basit aşılar bile mesele oldu. Aşı düşmanları kaybetti. Belki de salgını, aşılarımızla engelledik! Tıpkı verem aşısıyla kanser (pankreas) mücadelesi yapıldığı gibi. Bir kiti üç bin dolara satan devletlere şahit olduk! Bunlar devlet değil, çeteleşmiş yapılardır. Dün mülteci botlarını patlatan devletler, ülkemizden maske ister duruma geldiler. Pekiyi yüzünüzdeki maskeleri kim kaldıracak? Onu da korona salgını kaldırdı. Korona salgını, vahşi Batı’yı tanımak için, turnusol görevi gördü. Sizi iyi tanıdık, Coni ve Hans kafalılar.
Salgında devletin önemini de anlamış olduk. Devletin fendi, mikrobu yendi. Anadolu’da devletsiz duramayız. Bunu salgında iyi anladık. Bize bizden başkasından da fayda yok. ABD, İtalya, Fransa sağlık ekipmanı taşıyan gemilere el oymadı mı? Evet, Çekya’ya giden maskelere, coni el koydu. Uluslararası sularda yapılan haydutluk, görüntülendi bile. Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti bedava maske dağıttı. Kendi ventilatörünü, hastanesini hizmete aldı. Vefa grupları kurdu. İnsanına para ve iaşe yardımı yaptı. Var olasın devletim, yaşasın milletim. Devlet büyük yardım kampanyası yaptı, başarılı da oldu. Zırnık yok deyip bedava maske arayan asalakların vicdanı rahat mı? Türkiye sevgisi imandandır.
Tüm bu korona dersleri gerçekleşirken, Ramazana girdik. “Oruç da acıkır.” der Sezai Karakoç. Artık daha çok şükür, daha az israf etmeliyiz. Paylaşmayı, sadakayı, itikâfı, kandili, mağfireti, adabı, huzuru, bereketi, takvayı öğreneceğimiz bu ayda, kendimizi yenilemeliyiz. Salgının sosyolojisi biraz da bunu gerektirir. Çok tövbe etmeliyiz. Dokunmanın veya insanın ruhuna dokunmanın, ne kadar önemli olduğunu bu salgınla anladık. Fiziki ve duygusal mesafenin önemini, yeniden keşfettik. Sevmenin mesafe olmadığını, aşkın bir mistik olay olduğunu salgınla öğrendik. Hiçbir yere dokunamıyoruz, ne kadar absürd bir hal. Biz yine de gönüllere dokunalım diyerek, bir şiirle bitirelim:
“Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, âbıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına” der Sezai Karakoç usta.
Salgınsız günler dilerim.


Yorumlar - Yorum Yaz