TEYO PEHLİVAN İLE SEYYAR TAYYAR ERZURUM'DA

Korona ortalığı kasıp kavurmuş, bir dizi yasaklar, tedbirler derken birinci dalga savuşturulmuştu. Seyahat yasağı da ortadan kalkınca bizim Seyyar Tayyar kadim arkadaşı Teyo Pehlivan’ı ziyaret etmek, askerlik yaptığı Erzurum’u dünya gözüyle bir daha görmek için arabasına atladığı gibi Erzurum’un yolunu tutmuştu.
Erzurum’un girişinde arkadaşını karşılayan Teyo Pehlivan, arabayla kısa bir şehir turu attırdıktan sonra onu evine götürdü. O gece bir güzel dinlenen Seyyar Tayyar sabah kahvaltıdan sonra şehri gezmek istedi. Teyo Emmi onu ilk önce Tabyalara, oradan Abdurrahman Gazi Türbesi’ni gezdirdi. Öğle yemeğinde meşhur cağ kebabını götüren iki kafadar çay içmek için doğruca Erzincankapı’ya gittiler. Lakin buralar çok değişmişti. O eski salaş dükkânlar yerini yeni binalara bırakmıştı. Buranın son hali Seyyar Tayyar’ın yüreğini sızlatmıştı. Eskiden buradaki kahvelerde âşıkların atışmaları olur, onları izlerlerdi.
Teyo Pehlivan onu yıllara karşı direnen bir kahvehaneye götürdü. Daha içeri girer girmez kahvenin çırağı Yaşar, onların ateşini ölçtü ve maske kontrolü yaptı. Teyo ve Seyyar Tayyar pencere kenarında bir masaya yürümüşlerdi ki kahveci Sulhaddin ocaklıktan bağırdı:
“Teyo Emmi, yav sen buralari bilir miydin?”
Teyo sırtında yeşil ceketi, başında açık kahve namaz takkesi ve elindeki meşhur tespihine mavi beyaz renkte bir maske eklemişti. Sesi duyunca yönünü ocaklığa döndü ve maskesini çenesine indirdi. O esnada meşhur dişleri ve Hitler bıyıkları ortaya çıkmıştı:
“Ula oğlim neye unutacak mişim, bilmirsen mi ortalık hestelihten kırilir. Bizim yasaklar anca kalktı da! Keyfimizden mi uzak galdik gehveden? Hele sen davşan kani iki çay getir. Bak musafirimiz de var.”
Sulhaddin bu misafiri tanıyacak oluyordu ama tam da emin olamamıştı. Hemen iki çay doldurup masaya geldi:
“Teyo emmi musafirin kimdir? Sankim gözim kırtlir gibi emme!”
Teyo Pehlivan geriye yasalanıp hayret babından ellerini iki yana açarak:
“Ula oğlim nasil tanimirsin, meşhur Seyyar Tayyar’dır da!”
Sulhaddin ellerini birbirine vurarak:
“He vallah, odur! Ben de diyirem ki bu herifi bir yerden tanirem. Hele sen hoş gelmişsen Tayyar Emmi. Kusura bakmayasan sosyal mesafe yüzünden elizi öpemirem, sen bizi el öpmiş say.”
Seyyar Tayyar o meşhur gülüşünü attıktan sonra:
“Ne demek kızanım, berhüdar olasın. El üpenleri çok olsun.” dedi.
Tanınmış olmak çok hoşuna gitmiş olacak ki Seyyar Tayyar da arkasına yaslandı ve meşhur tespihini keyifle çekmeye başladı. Sulhaddin durur mu, kahvehaneye dönüp:
“Ey millet şu an kahvemize meşhur Seyyar Tayyar ve Teyo Emmi teşrif etmişler. Hele sosyal mesafenizi koruyarak çevirin etraflarini. Bir daha bu ikisini yan yana göremezsiniz.” diye bağırdı.
Kahvehanede bir gürültü patırtı çıktı. Onları görenler aralıklarla etraflarını çevirdi. Sulhaddin, çırağı Yaşar’ı da komşu esnaflara gönderdi ki onlar da gelsinler. Sulhaddin elinde çay tepsisi tam karşılarına oturdu:
“Teyo Emmi, sen bu Tayyar Emmi’yi tanirdin de bize demirdin he mi?” diye sordu.
Teyo Pehlivan eliyle takkesini düzelttikten sonra kasılarak:
“Ula oğlim benim tanimadiğim kim var ki? Hem ben Seyyar Tayyar ile esgerlikte acemi birliginde beramberdik. Benim esgerlik dağitiminde Edirne Keşan’a onunki de Erzurum Dumlu’ya çıkmiş idi. Yani ben onun memleketine gettim o da benim memleketime geldi.”
Kahvedekiler Seyyar Tayyar’a hoş geldin ettiler. Bu kısa fasıldan sonra Sulhaddin lafı koronaya getirdi.
“Tayyar Emmi, bu korona sizin oralarda nasildi? Çok heste var miydi?”
Seyyar Tayyar elindeki otuzüçlük tespihi iki eliyle çekerken başını kaldırdı ve başladı anlatmaya:
“Olmaz mı çocuğum bre, astaneler adam almaz oldu! Millet kırıldı neredeyse. Çuk kötü idi Allah muhafaza… Allah’tan çok ülen olmadı.”
Teyo Pehlivan da lafa karıştı.
“He gardaş, bizi de urus gibi kıracağidi. Allah’tan ucuz atlatdik.”
Kahvede “Allah korusun” sesleri bir uğultu halinde yükselirken Seyyar Tayyar tekrar sazı eline aldı:
“Korona dedik de bu astalığa korona adını ben taktım.” dedi.
Sulhaddin’in gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde şaşkınlıkla:
“He mi? Onu da mı sen buldun Tayyar Emmi?” diye sordu. Seyyar Tayyar istediği pası almış libero gibi topu ağlara takmak için depara kalktı.
“Şöyle oldu. Bir gün İstanbul Sultanahmet’te Sağlık Bakanı ile oturuyorduk. O benim meşhur nohutlu pilavımı çok sever. Er afta sonu mutlaka gelir, pilavımdan yer. Benim pilav arabasında küçük bir TV var. Bakan Bey’i asır iskemleye oturttum, eline plastik pilav tabağını verdim. Adamcağız daha bir iki lukma almıştı ki bu sarı kafa Boris yok mu, çıktı televizyonda açıklama yaptı. Neymiş efendim bu astalık için tedbire gerek yokmuş, erkesler atlatırmış, Çin oyunuymuş, falan. O an tepemin tası attı. Baktım bizim Bakan Bey’in de beti benzi atmış. Dedim ki:
‘Sayın Bakan’ım, bu sarı kafa Boris ne süler? Kusura bakmayın da bu astalık kor ona, görür gününü.’
Bakan Bey birden heyecanlandı bana:
‘Sen az önce ne dedin Tayyar?’ diye sordu.
O an baltayı taşa vurduğumu anladım. Çok utandım. Koskoca Bakan’ın karşısında söylenecek söz müydü bu bre?
‘Valla Bakanım, öfkeyle ağzımdan çıktı. Kusura bakmayın, zatialinizden özür dilerim.’ dedim. Bakan Bey ise:
‘Yok yok, bırak sen özür dilemeyi tam olarak ne demiştin?’ diye tekrar edince ben de mecburen:
‘Kor ona dedim efendim’ diye mahcup bir şekilde tekrar ettim.
Bakan Bey elindeki plastik pilav kaşığını avaya salladı o esnada özel kalem müdürü çakmış manzarayı hemen dibimizde bitti. Meğer o elini sallayınca müdürüne işaret edermiş. Müdür iki büklüm:
‘Buyurun efendim.’ dedi.
Bakan Bey:
‘Yaz evladım bu astalığın adını Seyyar Tayyar buldu. Bundan sonra bu hastalığa KORONA diyelim. Patentini de Seyyar Tayyar olarak alalım.’ dedi.
Yani sizin anlayacağınız deyiş o deyiş, patladı gitti.”
Kahvede bir kahkaha tufanı koptu. Seyyar Tayyar bayağı havaya girmişti. Teyo Pehlivan da durur mu? Hemen devreye girdi.
“Gördiz Seyyar Tayyar’i… Bene de bir gün bu Amerikanya Başkanı var ya, adı neydi lo?”
Sullhaddin hemen söze atıldı:
“Tramp”
“He atağan rehmet! Tramp... Ne zaman başı sıkışsa beni arir. Hemi de öyle bir arir ki gece demir, gündüz demir. Ula oğlim ben yaşli bir adamım, accik dinleniyim da, öyle zırt pırt gecenin bir vaktı aranir mi? Ne desen gâvur oğli gâvur arir.”
Sulhaddin tekrar araya girdi.
“Teyo Emmi, saat fakrındandır, yoksa seni rehetsiz etmez. Bizde gece olanda orda sabah olir. Unitir belki ondan arir. Dinine lanet, günahını almıyak gene de.”
Teyo elindeki tespihi bir tur hızlıca çevirdi.
“He ula, bak bunu ben düşünmemişim! Neyse bir gün öyle arir, öyle arir ki ula ben de bizim Nizamettin’in oğlu Cavid nişan atıyormuş ona nasihat edirem. Ula meşgule atirim o arir, ben meşgule atirim o arir. Ula dedim üçüncü cihan harbi mi çıkir, bu ne arayıp durir? Açtım telefoni bastım fırçayı.”
Sulhaddin yine merakla araya girdi.
“Ne dedin Teyo Emmi de hele?”
“Ula oğlim sen ne yüzsün, hâl anlamaz adamsan, yaşından başından utanmir misen? Ula meşgulüm anlasana da!” dedim.
“O ne dedi?”
“Yav Teyo Emmi, bırak bu fırçayı, başım belede, sen Müslüman değil misen, niye haldan anlamirsen?” dedi.
Baktım herif ciddi. Ula dedim herhal karısıynan yine kavga etti. O esnada göçmen krizi vardı. Karı diyir göçmenler gelecah, o dir ki gelmeyecah. Neyse ben de yalan da yok hılaf da yok. Bu başladı anlatmaya.
‘Teyo Emmi, bu Çinlileri bilirsen? Hanı ne bulsalar yirler.’
‘He ula dedim, çok pis mideleri var.’
‘Bunlara bir hestelik musallat olmuş, bunlar da buni bütün dünyaya yayirler. Adı nedir ula direm, demirler ki şudur. Ne yapacik, ne edecik şaşırdık galdik.’
Baktım bu çok konuşacak, sesi ahizeye verip telefonu masanın üstüne bıraktım. O esnada baktım bizim Cavid kaçir. ‘Ula dürziye bak!’ dedim. Seslendim peşinden:
‘Cavid, Cavid, lan oğlim Cavid!’
Namısssız ses vermir, benim telefon konuşmasini firsat bilip kaçacak.
‘Ula Cavid çabul gel buraya alçak.’ diye bağırdım.
Hemen geldi. Emme ben Tramp’ı unuttum. O da habire telefonda anlatir. Ula dedim şuna da arada bir laf ediyim ki ayip olmasın da!
‘He başkan haklısan.’ dedim.
O da bana:
‘Teyo sen kovid mi dedin?’ diye sorip durir.
‘Ula oğlim kovid değil Cavit’ direm ama dilini eşşek arısı sokasıca bir türlü Cavit diyemir ha bire kovid deyip durir.
O esnada Cavit süklüm püklüm yanıma geldi. O an bi hırslandim, bi hırslandim. Dedim ki ‘Ula oğlim sen utanmir misin de kaçirsin! Sen kaç yaşındasan?’
Dedi:
‘On tokkuz’
Dedim:
‘Ula Cavit on tokkuz yaşındasan he mi, peki bu yaptığın sene yakışir mi?’
Daha Cavit ağzını açmadan telefondan Tramp sevinçle bağırmaz mı?
‘Allah senden razi olsun Teyo Emmi, sayende hesteligin adını bulduk: Kovid 19’ dedi ve kapattı. Ula aradan bir saat geçmedi bütün ajanslarda “Kovid 19 virüsü dünyayı kasıp kavurir” habarları çıktı. Ben de yalan da yok hılafta.


Yorumlar - Yorum Yaz