Susam Sokağı’nın Kurabiye Canavarı’nı tanıdınız mı?
Hatırlar mısınız kurabiye görünce nasıl çıldırdığını?
Peki, serçelerin kurabiye sevdiklerini biliyor muydunuz?
Bu üç sorunun üstüne benim de bir kurabiye bağımlısı olduğumu bilip bilmediğinizi sorsam şansımı çok zorlamış olur muyum? Alın işte bu da dördüncü soruydu.
İtiraf ediyorum. Ben de bir kurabiye canavarıyım. Kendi payımı yedikten ve “Anne, balkondaki serçelere de kurabiye vereyim mi?” dedikten sonra aldığım kurabiyelerden kuşların payını da yediğim çok olmuştur. Kuşlardan özür dilesem, helallik istesem, bana haklarını helal ederler mi, bilmiyorum.
Sizin de böyle hileleriniz, entrikalarınız, kaçamaklarınız var mı? Bugün benim soru sorma günüm mü ne? Beşinci soruyu da sormuş bulundum.
Sorular sıkıcıdır. Okumaya burada son verebilirsiniz.
Kırılır mıyım?
Biraz.
“Canınız sağ olsun.” derim. Bu salgın günlerinde çok iyi bir duadır.
“Canı sağ olsun.” hocamın hocası rahmetli Kaya Bilgegil’den hocam Şerif Aktaş’a intikal eden bir cümledir. (Az kırılmışsa “Canı sağ olsun”, bayağı kırılmışsa “Caanı sağ olsun.”, çok çok kırılmışsa “Caaanı sağ olsun.” Kırgınlığın boyutunu a harfinin uzunluğu belirler. Bize düşen, a harfinin uzadığı bir cümleye konu olmamaktır.)
Siz okumayı bıraktınız ama ben yazmaktan vazgeçemem.
Kurabiyeye döneyim.
Bu hikâyenin kahramanı Elif. Benim lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencim. Şehrin en iyi Türkçe öğretmenlerinden biri. Diğer iyi Türkçe öğretmenleri arasında da öğrencilerim var. Bakın, nasıl kendime yontuyorum.
Lütfen söyler misiniz, bir eski öğrencimin yeni meslektaşımın başarısını duyunca “Kimin öğrencisidir, canım?” diye şişinmeye hakkım yok mu? İzin verin de bunun için övüneyim. O kadar emek vermişim, dil dökmüşüm, bilgi aktarmışım, davranış göstermişim, duygu aşılamışım... Olsun o kadar.
Elif başarılı öğretmendir, çalışkan öğrencidir, fedakâr annedir, düşünceli eştir, aynı zamanda tam bir kurabiye ustasıdır. Bilirsiniz, kurabiyenin sırrı hamurunun yoğrulmasında. Gerisi teferruat.
Peki, Elif’in yaptığı kurabiyeler neden parmaklarını yedirir insana?
Çok lezzetlidir.
Lezzet nereden gelir?
Hamurdan.
Bugün yine iş başında Elif.
Eşi Ercan soruyor:
“Ne yapıyorsun?”
“Kurabiye hamuru yoğuruyorum.”
“Ne oldu yine? Bir şeye mi kızdın? Birilerine mi öfkelendin?”
“Yedi dersim vardı. Çok yoruldum, çok gerildim, çok kızdım. Okul müdürü canımı sıktı. Apartman yöneticisine sinirlendim. Bir de Hoca...”
“Belli belli. Terapi uyguladığına göre...”
Gerçekten de böyle. Kurabiye hamuru yoğurmak tam bir terapi onun için. Hamuru yoğururken dişlerini sıkıyor, kızdığı kişileri hamur olarak görüyor. İçlerinde ben de varım, biliyorum. Neticede öğrencim. Benden iyi mi bileceksiniz? Ercan Bey “Hoca...” diye başlayan cümlesini kesmeseydi siz de görürdünüz.
Bir öğrenci için en kolay ve en doğal şey, hocasını eleştirmek / çekiştirmek, hocasından yakınmak ve hocasına gücenmektir. Kızmak ama kızdığını belli etmemektir. Bakarsın kafaya takar, işi yokuşa sürer, geçer not vermez, tezini bitirtmez.
Elif, kıdemli bir hocanın olgunluğuyla “Caaanı sağ olsun.” diyemez. Ne der peki? “Canı çıksın.” Böyle bir cümlede de “a”yı uzatma şansınız yoktur. Kestirmeden gidersiniz. Çünkü canı çıkmak, anlık bir durumdur.
“Caaanı çıksın.” derseniz “can çekişme” süreci uzar. Sonra neme lazım, vatandaş dirilir, ayağa kalkar, öğrencilerine gök otlarını yoldurmaya devam eder.
Bakın, “gök otlarını yoldurmak” diye bir deyim kullandım. Boşuna deyimler sözlüğüne bakmayın, yoktur. Yöresel bir deyimdir ve derleme kitabına bile girmemiştir henüz. Siz anlamını tahmin etmişsinizdir, eminim.
Dönüyorum. (Telefonlarda bir dönmedir almış başını gidiyor. Bu nedir Allah aşkına? Bir de yamuk yumuk “Döncem ben sana.” demiyorlar mı?” Çıldırmak serbest. Telefonda hiç dönmedim, Allah’a şükür. Nasıl dönüldüğünü de bilmiyorum. Ama yazarken dönmeyi deneyebilirim. Ben de bir kez semazen olsam kıyamet mi kopar? Namık Kemal’in Abdullah Çavuş’u nur içinde yatsın. “Kıyamet mi kopar?” sorusu ondan miras.)
Evet, dönüyorum. A a, gerçekten dönebiliyormuşum. Ben çok yaşayayım e mi? Hatta hızımı alamayıp “Aferin bana!” mı desem? Ayıp olur mu? “Amma megaloman bir yazar!” der misiniz? Aman, dert ettiğim şeye bak, derseniz deyin, bence sakıncası yok.
Konu dışına çıktığımın farkındayım. Bu kez de böyle olsun. Hoş görün lütfen!
Elif’in çok etkili bir terapi yöntemi var: Kurabiye hamuru yoğurmak.
Ben ne yapıyorum, peki?
Ben de oturmuş, mizahi yazılar yazmaya çalışıyorum.
Bu da bir terapidir belki.