Râviyân-ı ahbâr, nâkılân-ı âsâr şöyle rivâyet ve dahi hikâyet iderler ki, fındık nam bir çubuk (daha sonra şıvka ve ışkın diyü tesmiye idilecek) Giresun’dan alınmış ve tâ buralara kadar gelmişdür diyü kudemâdan naklederlerdi. Ol fındık-ı mübârek Cânik-i Bayrâm yâhud Ordu derûnunda niçe bağçe-i safâ-endûzda vü mesîre-i ciger-sûzda neşv ü nümâ bulmagın ins ü cin, vahş u tuyûr andan nice müstefid olmuştur. El-yevm bu böyledür. Nahl-i fınduk dahi şıvka yâhud ışkun tesmiye idülür, bârân-ı bahâr vü mihr-i hemvârun yedinde büyüdükde “dal” denilür ammâ bundan “dallama” fehm itmeyüsün, hemân bundan hazer kılasun.
İmdi ey ferzend-i bî-derdüm vü nahl-i bî-menendüm! Bunca kelimâtdan murâdun âyâ nedür diyü sual idilürse dirüz ki, fınduk u mınduk beyânunda lafz-ı bî-şumâr vü dahi kelimât-ı bisyâr mucibince birkaç âşıkâne kelam idelüm. Ki şu Korana nâm melûn u dûn elinden pür-hûn olan dil-i vîrânumuza safâ vü inşirâhlar gelsün.
İmdi ey benüm nahl-i bülendüm! Ve dahi ferzend-i bî-müstemendüm! Fındık şol nesnedür ki, ol bir sandukadır. Derûnunda mîve-i bâ-safâ saklıdur. Ol dahi “gapçak” nâm bir püsküllünün derûnunda hâb-ı gaflet ile kendüden geçüp yatur. Bu derûn-ı gavsal âgûş-ı mâder denlü rahm u şefkat yiridür. Gavsal, dalından koparılup kurıtuldukda “gapçak” tesmiye idilür. Ol dahi lisan-ı Kıpçak’da ağaç kovuğu dimek olur (Biz dahi memâlik-i Kıpçak’dan gelüp bunda meskun olmuşuz).
İmdi tâife-i Oğuzan’da bu kelimâtı kim bilür? El-hak biz bilürüz. Yani Oguz Han’umuzun oğulcağuzu şecere-i Gök-Han’dan neşet iden Çepnilerdür. Bu kelime-i kadîme gapçuk nâm nev-i fasulyede dahı ber-hayâtdur.
İmdi cânum efendüm vü serv-i bülendüm! Bu gavsallar “ocak” nâm, ki heyûlâ-yı dıraht-ı fındıgun adıdur, mahâlde yetişür. Her sâl anlara itina itmek gerekdür. Buna “bahçalama” dinür. Yani sayf u şitâ, mâh u sâl, hefte vü eyyâm dikkat idülmezse ol bağçe-i fındıg dağ üstü bağ olur, gaflet olunmaya!
Fınduk bir hûb nâzenindür ki, âgûş-ı çiftçiyâna vâsıl olana dek dürlü endûh u mihnet vü dahı cefâ vü zahmet ile ol garibâna itmedügün komaz. El hak, genc bî-renc olmaz dimişler, şeker yimişler. Ammâ âhirinde anların hande-rû olmaları mukarrerdür, diyü tecribe olunmuşdur.
İmdi oğulcağuzum! Şol diyarda kim Cânik-i Bayram ve dahi Ordu diyü bilinür, fındık-ı mübâreği dalından cüdâ eyledükde vâsi hırmenlerde yahud derûn-ı bağçelerde kurıtulur. Patoz nâm bir zeballah-ı bî-aman geldükde bunlar anın hortumundan bu zeballahın derûnuna duhûl ider vü anda ol fındığından gapçak ayrılur. Ol patoz, bu kapçağı bir cânibinden fıskıye denlü semâya atdukda gören bârân-ı tûfân ve hortum-ı bî-gerân olmış sanur.
Dahı bu bârân-ı gapçak, bir tepe denlü anda yığılur. Dahı bunlar ahırlarda fasl-ı şitâda hayvânatın altuna hûb sûretde serilür kim, anların her biri rahat-ı hulk ile kendüden geçer. Ol denlü şifâyabdur. Dahı bâzân gapcak yakılur kim, közi, âşıkânın gözine lâlezâr denlü temâşâgahdur vü dahi şiddet-i şitânun elünde helâk olan garibâna sankim bir bârgâhdur.
İmdi benüm ciger-pârem. Meramımuz sâde bu gapçağı anlatmak degüldür, bilesün. Patoz nâm zeballahtan fınduk alınur, çuvallar ile hırmenlere iletülür. Dahı tekrar bir hûb sûretde yerlere serilür. Bunlar “dene” tâbir idülür. İçlerinden çürüğü (goruk dirüz, aynen goruk diş gibi) ve gapçağı galanı (ana da tekleme dirüz) alınur. Hem dahı gıruk fınduklar bir gapta toplanur. Âhiren baklava-yı nefiseler (baklo dirüz) derûnunda arz-ı endâm itsünler, diyü.
İmdi ey ferzend-i civan-merdüm! Ol fınduklar ol Rezzâk’ın bize lâyık gördigi niâmdandur ki, yed-i çiftiçiyânda zinhar kalmaz. Tefeci nâm gürûh-ı şûmun yed-i melûnlarına gider. Ol tefeciyân-ı mendeburun elinde esîrân-ı Türk’ün çekdigünü ancak Hazret-i Allah bilür! Hemân Hudâ bizi anlardan hıfz ide benüm ciger-pârem. Âmin.
Ol tüccâr-ı gâddarın elünde fınduk u mınduk âkıbetü’l-emr tâ Kızılelmâ-yı Kolana’ya (Köln Kızılelması) vü diyâr-ı Alaman’a degin gittiği lisân-ı halkda şâyidür. Fireng-i bî-rengin yidügü çikolata nâm ekl ü şürbün membaı bu fındık-ı mübârekdür. Bu dahi tevâtürdendür. Gaflet itmeyüsün benüm cânum ferzendüm, nahl-i bülendüm vü bî-menendüm.