Şubatın 16’sı, hava enikonu ısırıyor. Kerim ağabeyle açık havada çay bahçesinde oturuyoruz. İçimizi ısıtacak bir şey olmalı. Şöyle sütlü bir kahve ne güzel giderdi şimdi!
Köşede kapalı bir alanda kahve otomatı gözüme çarpıyor. İki sütlü kahve almalıyım. Dört liraya ihtiyacım var; dört tane 1 liraya. Otomat, 1 lira dışında madeni para kabul etmiyor. Hiç bozukluğum yok.
Ne yapsam, sahi ne yapsam?
Masaya dönüp Kerim ağabeye sormalıyım:
“Kahve içelim mi, ağabey?”
“İçelim tabii.”
“O zaman 4 lira verir misin?”
Çıkarıp 5 lira kâğıt para uzatıyor.
“O bende de var,” diyorum, “madeni para lazım.”
“Maalesef,” diyor.
Elim boş, otomatın olduğu yere dönüyorum. Belki birine rastlarım. Otomattan kahve çeken birinden rica eder, elimdeki kâğıt parayı bozdururum diye düşünüyorum. Hiçbir şey yapamazsam yüzümü kızartıp birinden bana iki tane kahve ısmarlamasını isterim. Ne demişler? İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki.
Aksilik bu ya, etrafta kimseler yok. Bugün kimsenin canı kahve istemiyor anlaşılan.
Normal şartlarda bu kadar ısrarcı değilimdir. Otomattan kahve içme alışkanlığım da yoktur. Ama bugün başka. Bugün iş inada bindi.
Az ötede bir başka otomat görüyorum. Su, bisküvi, kek almak için. Kâğıt para kabul ediyor.
Yaşasın! Yarım litrelik pet şişe suya bakıyorum; 1 lira. 10 lira kâğıt para atsam otomata, bir su alsam. Otomat paramın üstünü verecek. 5 lira kâğıt para, artı dört tane 1 lira. Belki de dokuz tane 1 lira… O daha iyi. İkişer kahve içmiş oluruz.
Kâğıt parayı yuvaya yerleştirip su düğmesine basıyorum. Su alttaki bölmede beliriyor. Aynam yok, bakamıyorum ama eminim, gözlerim parlıyordur. Sevinçle alıyorum suyu. Ardından yukarıdaki madeni para bölmesine uzanıyorum. Tuhaf şey! Kutucuğa şıkır şıkır madeni para yağıyor.
Aman Allah’ım! Kutucuk parayla doluyor. Avuçlayıp sayıyorum: Tam otuz altı tane 25 kuruş. Allah müstahakını versin senin otomat! Ben senden bunu mu istedim? Şimdi ben ne yapayım bu bir avuç madeni parayı?
Bana dört tane bir liralık lazımdı. Şimdi elimde otuz altı tane 25 kuruş var. Biraz ilerideki çay ocağına yöneliyorum. Parayı bütünleştirme bahanesiyle iki çay alsam 2 lira. Geriye kalır 7 lira. Adam bana en iyi ihtimalle 5 lira kâğıt, 2 lira da madeni para verecek. O da işime yaramayacak. Çaysız bir çözüm bulmalıyım.
“Sizin bozuk paraya ihtiyacınız vardır.” deyip bir avuç parayı uzatıyorum. Adam özenle sayıyor.
“Burada 9 lira var.” diyor.
“Evet,” diyorum, “9 lira. Bütünleştirir misiniz?”
“1 liranız varsa verin, 10 lira kâğıt para vereyim.” diyor.
Bak sen şu işe! Yahu, bana dört tane 1 liralık madeni para lazım. 10 lira kâğıt parayı ne yapayım? Zaten 10 lirayı bozdurunca bu otuz altı tane 25 kuruşa boğulmadım mı?
“1 lira daha verin, 10 lira kâğıt para vereyim”miş! Allah iyiliğini versin senin, e mi?
“Siz,” diyorum, “mümkünse bana bir tane 5, dört tane de 1 lira verin, yeter.”
Zor oluyor ama az sonra zafer kazanmış bir komutan gibi, 5 liralık kâğıt parayı cüzdanıma özenle yerleştiriyorum. Elimde sıkıca tuttuğum dört madeni para ile kahve otomatının önüne varıyorum.
Önce iki tane 1 lira atıyorum. Aşağıdaki bölmeden sütlü kahvem süzülüp geliyor. Kahveyle gelen bayram bu! İkinci 2 lirayı atınca da bölmede ikinci kahve beliriyor. Nasıl mutluyum, anlatamam.
Otomat eliyle ve karton bardakla tarafıma cömertçe sunulan iki kahveyi alıp Kerim ağabeyin oturduğu masaya dönüyorum.
Allah’ım!
İstemek, çaba göstermek, vazgeçmemek, başarmak, ne güzel!
Zor elde edilen şeyler hep bu kadar tatlı mıdır?
Kahve derseniz, harika!
Son yılların en lezzetli sütlü kahvesini içiyoruz.