İNCİR KÖMBE BELBEN

Gurbet olmasa sıla, sıla olmasa gurbet olmazdı. Çenemizi avuçlarımızın arasına alarak düşünürsek aslında dünyanın da bir gurbet olduğunu hissederiz. Bunu, Üstad Şair Sezai Karakoç bir şiirinde “ Sevgili/ En sevgili/ Uzatma dünya sürgünümü” şeklinde dizelere döküyor.
İstanbul’a gelmeden önce Mehmet Avşar Hoca’mla muhabbet ediyoruz. Osmaniye’den ayrılmanın zor geldiğini ama ayrılmak zorunda olduğumu söylediğimde “Salih Hoca’yı Osmaniye hasreti öldürdü. Bizi de bu hasret öldürecek, seni de öldürmeden çek git duam sizlerle beraber...” demişti. Önce Reşat Hoca’m, sonra benim daha sonra Bestami Hoca’nın Osmaniye’den ayrılmaları kolay olmadı. Belki bizler zor olana talip olduk. Yüreklerimizin yarısını Osmaniye’de bırakarak dünya sürgünümüzü tamamlamaya çalışıyoruz.
Pozantı’dan Çukurova’ya, Nurdağları’ndan Kanlıgeçit’e bakan yokuştan dikin aşağı inerken iklimin birden değiştiğini ve ılıman bir havayla birlikte memleket havası solumaya başladığınızı hissedersiniz. Yine şair Erdem Beyazıt bir şiirinde kadına dair “Yürekleri Çukurova gibi mümbit....” derken, hem ovanın hem insanlarının yüreklerinin bereketliliğini ya da bu havayı suyu teneffüs eden insanların bu mümbitlikten nasiplerini aldıklarını vurgulamaya çalışıyor.
Osmaniye’ye vardığım ilk günün akşamı canım çarşıyı turlamak istiyor. İnsan birkaç ay da olsa ayrı kalmanın verdiği o psikoloji ile nelerin değişip değişmediğini gözlemlemeye çalışıyor. Kitap fuarına gidiyorum. Kitapçılar bilardo oynuyor. Bir kaç ıstaka da ben vuruyorum.
Perdeci Bilal türünün son örneği. Ne zaman aklıma incir düşse hemen onu hatırlarım. En iyi inciri o bilir ve oltayı attı mıydı camızdan başkasını çekmez. Dükkânının açık olduğunu ve içerde Dr. Süleyman’ın da olduğunu görünce bu buradadır dedim ve daldım içeri. Bir yere gitmiş gelecekmiş, beklerken Gizlice’yi aradık. Biraz sonra geldi ama yüzünde bir mahçubiyet, “Hocam kusura bakma incir gönderemedim bunu telefi edelim.” dedi, kucaklaştıktan sonra gidip kuru incir ve belbeni getirdi. Bu arada Gizlice, Sebahattin’i arıyor ve incir ziyafeti verdiğini söylüyor uyanık. Zorkun Çocuk Şenliği’nde verdiği bir tek Beyaz Özer ile incirsememizi giderdiğini zannediyor.
Osmaniye’de aynı semada gönül kuşlarımızı uçurduğumuz dostları teker teker arıyor ve Kadirli turpu gibi olduğumu söylüyorum. Gönün “Böyle güzel dostları insan bırakır gider mi?” diyor. İstanbul’da da güzel dostlar edindiğime şürkrediyor ve bunu Allah’ın bir lütfuna bağlıyorum.
Mehmet Avşar, Reşat Gürel Hoca’mı sonra diğer dostları ziyaret etmeye çalışıyorum. Hele İsmet İpek ağabeyin yazısını ziyaretten sonra okuyunca dostluğun, kardeşliğin ve Osmaniye sevdasının bizi birbirine nasıl kenetlediğini daha iyi görüyorum.
Çukurova’nın mümbit toprağı Osmaniye’de adam gibi kalabilen ve Osmaniye sevdası yüzünden İstanbul’a elvada diyen adam hâlâ keşfedilmemek için köşe bucak kaçıyor.
“Sanat ve sanatçı kabul görmediği yerden hicret eder”
Sanatçı aynanın arka yüzüdür, oradan bakarak bize gerçeği şavkıtmaya çalışır. Salt cama bakarsanız karşıyı görürsünüz.
Bu yazıyı yazarken Bestami abi çay demliyor ve ben de Osmaniye’den getirdiğim son belben parçasını ikiye bölüp tekrar memleket hasretinin çırasını yakmaya çalışıyorum.


Yorumlar - Yorum Yaz