REHBERLİKÇİYE REHBERLİKÇİ

Bende bir rehber öğretmen hastalığı başladı, iki sözümün bir başı:
“Rehberlikçi olmadan hiçbir şey olmaz. Bana matematikçi değil, edebiyatçı değil önce rehberlikçi verin”
Gene de diyorum, rehberlikçi olmadan hiçbir şey olmaz! Bunu derken de düşünmeden edemiyorum çocuğa veya öğrenciye rehberliği yalnızca öğretmenler mi yapacak? Aile bunun neresinde? Ya toplum, yani çevre? Emsal teşkil edecek örnek insanlar nerede? Her öğretmen bir rehber, bir rol model olmak zorunda değil mi? Gerçekte bir çocuğun etrafında hepimiz bir rol model olmalı değil miyiz? Ne kadar rolümüzü iyi oynayabiliyoruz? Durum çok karışık… Deveye “Boynun niye eğri?” demişler.”Nerem doğru ki?” demiş. Bizim ki de o hesap.
Milli Eğitim’de müdürü görürüm:
“Bir derdin var mı?” der.
“Evet, rehberlikçi…” derim.
Müdür yardımcısını ziyaret ederim.
“Bir ihtiyacın var mı?” der.
“Rehberlikçi” derim.
Şube müdürüne rastlarım:
“Bizlik bir şey var mı?” der.
“Rehberlikçi.” derim.
Şef sorar:
“Bir derdin var mı?”
“Rehberlikçi bir öğretmen.” derim.
Sanki rehberlikçi gelecek, açacak kafatasını, bir gencin hedefini millî ve manevî duygularını koyuverecek oraya. Gel zaman git zaman atama dönemi geldi, sonuçlar açıklandı. Aşırı ısrarım kendini göstermiş ki bize askerlik görevini yapan benim tabirimce rehberlikçi, rehber öğretmenlerin deyişiyle psikolojik danışman, verildi.
Dört gözle bekliyoruz, şu rehberlikçimiz gelse de başarısızlığı betonla toprağa gömer gibi gömsek…
Öğretmen gelmeden biz odasını hazırlattık: Güzel bir masa, yarım döner koltuk, telefon, bilgisayar…
Ne isterse tamam! Yardımcı personellere tembih ettik “Aman yanlışlık olmasın!”
O uzun bekleyişin ardından öğretmenimiz geldi. Uzun boylu, etine dolgun, yakışıklı bir delikanlı. Dıştan baktığın zaman rol model olur. Ya iç dünyası, eğitime bakışı, insanları değerlendirişi?
Aldık odaya, izzetler ikramlar… Tüm arkadaşlar el üstünde tutuyor. Öğleyin güzel bir yemek yedirdik. Odasına götürdük, birer çay da orda içtik. Böylece mesai başlamış oldu.
Belli ki bundan sonra gözde üniversiteler pek de tesadüf olmayacak. Testler son sürat yapılıyor, öğretmenleri odasına davet ediyor, onlarla sohbet ediyor, görüş alışverişinde bulunuyor. Değirmen tekeri gibi dönüyor rehberlikçi. Her geçen gün başarıya biraz daha yaklaştığımızı hissediyorum.
Ben uzaktan başarıya doğru gittiğimizi sanırken, rüzgârda sürüklenen yelkenli gibi başka mecralara çoktan gitmişiz, haberim yok. Başarıyı bir tarafa bıraktık, gruplaşan öğretmenlerin arasını bulmanın derdine düştük. Rehberklikçiyi çağırdım:
“Hocam sen nasıl bir yol gösterdin ki iş buralara gitti, nerede yanlış yaptık?” deyince başladı anlatmaya:
“Şu hayatta her şeyin başı matematik. İster yüksekokula git, istersen gitme ama her kapının anahtarı matematik. Belki cebiri, logaritması işine yaramaz ama hayat onun üzerine kurulu. Bakkala gittin, ev aldın ev sattın ne lazım? Mutlaka matematik. Memur olsan da öyle değil mi? Aldın maaşı, nereye ne vereceksin hadi ev kirası, bakkal parası, çocukların masrafı, telefonların faturaları derken kasaba para kalmadı, ne yapacaksın? Bu yüzden ülkemizde bir matematik korkusu var. Tüm öğrenciler matematikten korkuyor. En iyisi şe matematikten başlamak.” dedi.
Rehberlikçinin söyledikleri aklıma yatmıştı. Bu defa matematik öğretmenini çağırdım.
“Hocam matematik başarısı neden çok düşük, ne yapabiliriz?” diye söze başlamıştım ki matematikçi:
“Sen bunu edebiyatçılarla konuş, bu çocukların okuma yazması bile yok. Bir de bunlar alttan zayıf geliyorlar, zayıf!” diye sesini yükseltti.
Matematikçi lafı boğazıma tıkmıştı. Bu defa edebiyatçıyı çağırttım. Durumu anlattık. Matematik öğretmeninin söylediklerini hiç söylememeliymişim. Adam küplere bindi. İşte hikâye böyle başladı.
Çok geçmeden bizim sözelcilerle, sayısalcılar karşı karşıya geldiler. Âdeta birbirlerine cephe aldılar. Rehberlikçi kaş yapayım derken göz çıkarmıştı. İşin içine veliler de girince olaylar iyice çığırından çıktı.
Çok şükür ilk dönem bitti, öğretmenler tatile girdi de rahatladık.
İkinci dönem başında öğretmenler kurulu toplantısında aile, dostluk, kardeşlik üzerine bir konuşma yapıp öğretmenlerin arasındaki eski samimiyeti kurmaya çalıştım.
İlerleye günlerde öğretmenlerin birbirlerine sıcak davranmadıklarını gördükçe konuşmamın pek de işe yaramadığını anladım. Günler, abartılan sorunlara karşılık küçültülen önemli şeylerle, suni gündemlerle ve rehberlikçinin kendini çalışkan gösterme sevdasıyla geçiyordu. Böyle giderken öğretmen arkadaşlardan bir telefon geldi. Rehberlikçi öğretmenlerden bazılarını bir yerde toplamış, beni de çağırıyorlar.
Apar topar gittim. Hoşbeşten sonra beni çağıran rehberlikçi konuya girdi:
“Falanca öğretmen bir kızla gizli gizli görüşüyor. Onu kıza bir iki defa para verirken gördüm.” dedi. Bir anda herkes donup kaldı.
“Kim bu kız, hangi sınıfta?” dedim.
“Yeni geldi, dokuzlarda...” dedi.
“Adı ne?” dedim.
“Bilmiyorum.” dedi.
Öğretmenlerden biri araya girdi:
“Halime mi?” Rehberlikçi:
“Belki de…” dedi. Bu cevap üzerine oradakiler rahat bir nefes aldı. Bazılarının rehberlikçiye duydukları öfke el ve yüz hareketlerine yansıdı. Ben sert bir şekilde:
“Peki arkadaşlara sordun mu, bu kimdir, neyin nesidir diye? Sen bölgeyi tanımayabilirsin.” dedim.
“Hayır, bu konular ağır konu diye burada açıkladım.” dedi.
“Bahsettiğin öğretmenimizle Halime akrabadır. Kızın ailesinin durumu iyi değil bu yüzden öğretmenimiz ona destek oluyor.” dedim. Rehberlikçinin yüzü kıpkırmızı oldu. Yerimden kalktığım gibi oradan uzaklaştım.
Rehberlikçi ertesi gün özür dilemek için kapımdaydı. O, odadan çıkarken aklıma bir dörtlük geldi. Masadaki not kâğıtlarından birine dörtlüğü yazıp ceketimin iç cebine soktum.
Öğleden sonra Milli Eğitim’de toplantı vardı. O kadar çok ısrarla istemiştim ki Milli Eğitim’dekilerin bana rehberlikçiyi soracaklarını adım gibi biliyordum.
Milli Eğitim’in merdivenlerinden çıkarken atama şefi ile karşılaştık. Koluma girip beni odasına götürdü, çay söyledi. İlk sözü:
“Hocam, nasıl rehberlikçiden memnun musun?” oldu. Ben duymamazlıktan gelip çayımı yudumlamaya başladım.
Şef:
“Bir soru sordum hocam.” dedi ısrarla. Bunun üzerine cebimdeki kâğıdı çıkarıp uzattım.
“Buyur cevabı burada.” dedim.
Yüksek sesle okumaya başladı:
“Rehberlikçi istedim, kılavuz olsun dedim
Zihinler aydınlansın, ışıkla dolsun dedim,
Rehberlikçiden nasıl, memnun musun dediler?
Ona da rehber gerek, şükür hamdolsun dedim.”


Yorumlar - Yorum Yaz